TUNCELI
Tunceli Genel Bilgi
Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat Havzası’nda yer alan Tunceli, doğusunda Bingöl, güneyinde Elazığ, kuzeyinde Erzincan, kuzeydoğusunda da Erzurum illeri ile çevrilidir. İl toprakları dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir. İl kuzeyden Munzur Dağları ve Karasu Çayı, doğudan Bingöl Dağları ve Peri Çayı, güneyden Keban Baraj gölü ve batıdan Fırat Nehri ile çevrili olup, il topraklarının büyük bir bölümünü yüksek dağlar ve derin vadiler kaplamaktadır.
Tunceli’nin kuzey-batı, kuzey ve kuzeydoğu kesimini Karasu-Aras Dağlarının batı bölümünü oluşturan Munzur Dağları engebelendirir. İlin en yüksek noktası Bağırpaşa Dağı’dır (3.293 m.). Bunun dışında Munzur Dağları’nın Ziyaret Tepe (3.071 m.), Karasakal Dağı (3.123 m.) ve Koşan Dağı (3.078 m.) ilin diğer yüksek noktalarıdır. Tunceli’nin kuzeyden güneye doğru yükselir.
Tunceli’deki başlıca düzlük alanlar; Ovacık ile Pülümür çöküntü alanları ile akarsu vadilerinin genişlediği kesimlerde yer alan küçük ovalardır. Tarım alanı olarak yararlanılan geniş düzlüklerden bazıları da Keban Baraj Gölünün suları altında kalmıştır.
İl topraklarından kaynaklanan Karasu ve Murat Nehirleri araziyi sulamaktadır. Murat Nehri’nin kollarından Peri ve Munzur suları güneyde Keban Baraj Gölüne dökülmektedir. Tunceli Dağlarının yüksek kesimlerinde küçük buz yalağı gölleri bulunmaktadır. Bunun dışında il toprakları içerisinde doğal göl bulunmamaktadır. Yalnızca Keban Baraj Gölünün kuzey kesimi ilin sınırları içerisindedir. Deniz seviyesinden 1.050 m. yükseklikteki Tunceli’nin yüzölçümü 7.774 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu 93.584’tür.
Tunceli, kırık fay hatları üzerinde bulunduğundan etkin bir deprem kuşağı üzerinde kurulmuştur. Nitekim, Pülümür depremi 1967’de yöreye büyük zarar vermiştir.
Tunceli doğal bitki örtüsü yönünden oldukça yoksundur. Dağlık alanlardaki ormanları tahrip edilmiş olup, yalnızca akarsu boylarında söğüt ve kavak ağaçları bulunmaktadır. Bunun dışında Ovacık, Nazımiye ve Hozat ilçe sınırları içinde yer alan bölgeler yer yer meşe ormanlıkları ile kaplıdır. İl alanının bitki örtüsünü büyük ölçüde step bitkileri, çayır bitkileri ve meşe ormanları oluşturur.
Karasal iklimin hakim olduğu Tunceli’de, genellikle yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer. Yağışlar genellikle sonbahar ve ilkbaharda yağmur, kış aylarında ise kar şeklinde olmaktadır. Yıllık yağış 550 ile 1.100 mm. arasında değişmektedir.
İlin ekonomisi hayvancılık ve tarıma dayalıdır. Halkının büyük çoğunluğu kırsal kesimde yaşadığından ötürü hayvancılık ön planda gelmektedir. Yaylacılık yöntemleri ile koyun, kıl keçisi ve sığır yetiştirilir. Sığır türünün ıslahı için çalışmalar yapılmaktadır. Kıl keçisi sütünden peynir ve tereyağı üretilir. Belirli ölçüde de arıcılık ve tavukçuluk da yapılmaktadır.
Tarıma elverişli alanların kısıtlı oluşundan az sayıda bitkisel üretim yapılmaktadır. Yetiştirilen bitkisel ürünlerin başında; buğday, arpa, şeker pancarı, kenger sakızı, baklagiller ve sebze gelmektedir. Az miktarda da armut, ceviz, badem, üzüm, dut yetiştirilir. İlin belirli bölgelerinde az da olsa pamuk üretimi yapılmaktadır. Tunceli’de geleneksel el sanatları olarak çömlekçilik ve dokumacılık yapılmaktadır. İlde sanayii kuruluşu olarak un ve unlu ürünler, yem, yün ipliği fabrikaları ile metal eşya üreten, dokumacılık yapan ve orman ürünlerini işleyen küçük iş yerleri bulunmaktadır. Ayrıca kara turizminin el verdiği olanaklar doğrultusunda milli park alanlarında, av turizmi, dağcılık, yayla turizmi, termal turizmi ve su sporları yapılmaktadır.
İl topraklarında jips içeren cevher yatakları bulunmaktadır. Pülümür yöresinde tuz üretimi de yapılmaktadır.
Tunceli ve yöresinin tarih öncesi çağlara inen eski bir tarihi geçmişi bulunmaktadır. MÖ. IV.yüzyıldan önce tarihçiler bu bölgeye Daranis ismini vermişlerdir. Tarihçi Ptolemyos buradan Daranalis olarak söz etmiştir. Bu sözcüğün Pers kralı Darios’tan geldiği sanılmaktadır.
Tunceli’nin Çemişkezek ilçesine bağlı Sakyol Köyü yakınındaki bir höyükte yapılan araştırmalarda ele geçen buluntular, yöreye ilk kez Kalkolitik Çağda (MÖ.5500-3500) yıllarında yerleşildiğini göstermiştir. MÖ.2000’lerde bu yörede Hurriler yaşıyordu ve İşuva olarak isimlendirilmiştir. MÖ.XIV.yüzyılda Hititler bu bölgeye gelmiş ve İşuvalılarla savaşmışlardır. Bundan sonra Hititler yöreye hakim olmuşlardır.
Asur tabletlerinden öğrenildiğine göre de MÖ. IX.yüzyılda Muşkiler de burada yaşamışlardır. MÖ.5000’de Tunceli yöresinde yaşadıkları sanılan Muşkiler daha sonra Karduk ismini almış ve Hitit Krallığının yıkılmasından sonra batıdan gelen Pala ve diğer Hitit beylikleri ile karışmışlardır. MÖ 4000’de Sümerler’in yöreye egemen olduğu, Akad Kralı Sargon ile Naramsin’e ait tabletlerden anlaşılmaktadır. Bu arada MÖ.2370-2330 yıllarında yörenin Akadlar Devleti’nin bir ili olduğu da kitabelerde belirtilmektedir.
MÖ.VIII.yüzyılda Tunceli yöresi Urartuların egemenliğine girmiştir. Urartular bölgeye Süpani ismini vermişlerdir. Urartu kralı I.Sarduri zamanında MÖ.840-825 yöre, Urartu sınırları içerisinde gösterildiği tablet ve kitabelerden anlaşılmaktadır. MÖ.699’de Medler Urartu Devletini ortadan kaldırmış ve yöreye egemen olmuşlardır.
MÖ.VI.yüzyıl ortalarında da Persler yöreye hakim olmuşlardır. Tarihçi Ksnophanes’e göre yörede Karduklar, Heredotos’a göre de Akilisenler burada yaşamışlardır. MÖ.550’de Anadolu’ya hakim olan Persler Tunceli yöresini de ele geçirmişler, bu dönemde Medya Sınır Satraplığı içerisinde yer alan Tunceli’nin yerli halkı Haldiler, Khalibler, Massinekler ve Akilisenler’den oluşuyordu. MÖ.334’te Büyük İskender İsos Savaşında Persleri yenmiş ve yöreye hakim olmuştur. Makedonyalıların bu bölgedeki hakimiyeti sırasında Akilisene ve Kapadokia halkı İskender’e karşı direnmişse de isyan MÖ.322’de bastırılmıştır. Bundan sonra Kapadokia Krallığının hakimiyeti altına giren yöre, Seleukoslarla Kapadokia Krallığı arasında birkaç kez el değiştirmiştir.
MÖ.I.yüzyılda Ermeni krallarından II.Dikran buraya egemen olmuşsa da bunu Roma dönemi izlemiştir. Roma ordusu Sulla’nın komutasında Pontus devletiin son kralı Mitridates’i yendikten sonra Tunceli yöresine egemen olmuşlardır. Yöredeki isyanlar üzerine MÖ.69-66 yıllarında Romalılar Lukullus komutasındaki ordusunu isyancılardan Tigran’ın üzerine göndermiş ve bölgeyi Roma’nın Kapadokia Eyaletine bağlamıştır. MÖ.I.yüzyıldan itibaren Romalılar buradan Partlar üzerine seferler düzenlemişlerdir. Bu dönemdeki siyasi karmaşa sırasında yöre, zaman zaman Arsakların hakimiyeti altına girmiştir.
Bizans döneminde uzun süre Sasaniler tarafından yönetilen Tunceli ve yöresi 639’da Arapların egemenliği altına girmiştir. XI.yüzyılda Hozan ismi ile tanınan yöre Bizans’ın Mesopotamia Theması’nın sınırları içerisinde kalmıştır.
Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Türkmenler buraya yerleşmiş, Selçuklu egemenliğinden sonra Mengücekler, Artuklular ve Anadolu Selçukluları arasında yöre sık sık el değiştirmiştir. Bu dönemde buraya Dersim ismi verilmiştir. XIII.yüzyılda Moğolların yönetimine giren yöre XIV.yüzyılın ortalarında Eretna Beyliğinin ve Erzincan’ı yöneten Mutahharten’in egemenliğine girmiştir. Otlukbeli Savaşı’ndan (1473) sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
XIX.yüzyıl sonlarında Mamuretü’l-Aziz (Diyarbakır) Vilayetine bağlı bir sancak olarak yönetiliyordu. Kuzeydoğudaki bugünkü Pülümür olan Kuzican yöresi de Erzurum vilayetinin Erzincan sancağına bağlı idi. Tunceli yöresi Osmanlı döneminde aşiretlerin ayaklanmalarına sahne olmuştur. Bu isyanlarda Ermeniler ile aşiretler birleşmiş 1877-1885-1892-1907-1911-1914 ve 1916’da ayaklanmışlar ve bu isyanlar bastırılmıştır. Bu isyanların bastırılmasında Sultan II.Abdülhamid’in Kürtlerden oluşturduğu Hamidiye Alayları’nın büyük payı olmuştur.
Kurtuluş Savaşı sırasında Koçgiri Ayaklanması ile, Cumhuriyetin ilk yıllarında Şeyh Sait Ayaklanması dış politik güçlerin yardımı ile yapılmıştır. Bastırılan bu isyanlar Tunceli yöresini büyük ölçüde etkilemiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra Dersim ismi ile tanınan bu yöre 1925’te ilçe konumuna getirilerek Elazığ’a bağlanmıştır. 1936’da il yapılmış ve ismi Tunceli olarak değiştirilmiştir. Bu arada Erzincan iline bağlı olan Pülümür ilçesi de 1938’de Tunceli’ye bağlanmıştır.
Tunceli’de günümüze gelen tarihi eserler; Keban kazıları sırasında araştırılan Pulur Höyüğü, Gavur Höyüğü (Yeniköy Höyüğü), Tilköy’de Süryani Kilisesi (XVIII.yüzyıl), Pertek Kalesi, Sirdin Köprüsü (XII.-XIII.yüzyıl), Çemişgezek Tagar Köprüsü (XIX.yüzyıl), Mazgirt’te Elti Hatun Camisi (1252), Ulu Kale Camisi (1793), Çemişgezek’de Yelmaniye Camisi (XIV.yüzyıl), Pertek Aşağı Cami (Çelebi Ali Camisi) (1570), Pertek Yukarı Cami (Baysungur) (1572), Pertek Sağman Camisi (1555), Çemişgezek’te Uzun Hasan Türbesi (1572), Hamam-ı Atik (XV.yüzyıl), Ferruh Şad Bey Türbesi (1551), Ulu Kale Köyü Meydan Çeşmesi’dir. Ayrıca, Türk sivil mimari örneklerinden evler bulunmaktadır. Munzur, Mercan, Pülümür vadilerindeki Milli Park alanları, Munzur Gözeleri, Mazgirt Dedebağ Köyü’ndeki Kaplıcalar ildeki başlıca mesire yerleridir.
Tunceli Sözlü Tarih
Tunceli Gezgin Gözüyle
Pertek İlçesindeki Pertek Kalesi Mengüçlüler döneminde inşa edilmiştir. Bugün Keban Baraj Gölü altında kalan ve bir ada görünümünde olan kale sivri bir kayanın üzerinde kurulmuştur. Selçuklular zamanından kalan kale, Osmanlılar zamanında onarılmıştır. Mazgirt İlçesinde Urartu dönemine ait pek çok kale kalıntısı bulunmaktadır. Bunlar Malazgirt Kalesi, Dedebağ, Kaleköyü ve Sağman Kaleleridir.
Tunceli'de bulunan Yelmaniye Cami, Ulukale Cami, Baysungur Cami, Çelebi Ali Cami, Sağman Cami, Hamidiye Medresesi Osmanlı dönemine, Eltihatun Cami ise Akkoyunlu dönemine ait eserlerdir. Uzun Hasan ve Eltihatun Türbeleri Akkoyunlu dönemi eserleridir.
Mağaralar: Çemişgezek ilçesindeki İn Mağaraları Urartu dönemine ait olup, kaya mimarisi örneğini oluşturmaktadır.
Tunceli Türbeleri
Uzun Hasan Türbesi (Çemişgezek)
Tunceli ili Çemişgezek ilçesine girişte bir kaya üzerinde bulunan bu türbenin giriş kapısı üzerinde 1572 yılında yapıldığı yazılıdır. Ancak bu türbenin Uzun Hasan’a ait olduğu da tartışmalıdır. İki satır halindeki sülüs yazılı kitabesi:
“Emre bi’imareti hazihi ravzatu’ş-şerifil merhumaril makfurâni
Ve cihan Şah Beg İbna Muhammed Şah Beg bin Behlül Beg bin fi sene 980 (1572).”
Bu mübarek türbenin yapılmasını….. oğlu Behlül Beg oğlu Mehmet Şah Beg’in merhum ve magfur iki oğlu…….. Beg ve Cihan Şah Beg 980 (1572) yılında emretti.
Bu kitabeden anlaşıldığına göre, türbe iki kişi için yapılmıştır. Tek sanduka halinde bulunan ve birbirine karışık olarak sanduka içerisine konan kemiklerin buraya sonradan yerleştirildiği sanılmaktadır. Orhan Tunçer’e göre bu iki kişi türbeyi yaptırıp buraya gömülmelerini vasiyet etmiş olmalıdırlar. Bir bakıma arzuları gereği öldükten sonra türbe yaptırılıp buraya nakledilmiş olabilirler. Ancak bunu kendilerinin emrettiği de açıktır. Yine Orhan Tunçer bu kişilerin Arap veya Safevi olmayıp, buradaki Türkmen beylerinden olduklarını ileri sürmüştür.
Günümüzde bu türbeye Uzun Hasan ismi yakıştırılmıştır. Oysa Akkoyunlu hükümdarı olan Uzun Hasan (Hasan Padişah) bundan bir yüz yıl önce 1478’de ölmüştür.
Türbe sekizgen planlı olup, kenarlar dıştan 2.01 m. içten de 1.41 m. dir. Kesme taştan yapılmış olan türbenin üzeri moloz taştan sekizgen piramitli bir külahla örtülüdür. Türbenin girişi doğuda olup, batı ve kuzeydeki birer pencere ile de içerisi aydınlatılmıştır. Güney duvarında yarım yuvarlak bir mihrap bulunmaktadır. Türbenin giriş kapısı sade bir profille çevrelenmiş, 0.75x1.37 m. ölçüsündedir. İki yanındaki sütunçeler ve başlıkları oldukça sadedir. Kapının dışına sağ ve sol tarafa birer seki yerleştirilmiştir. Bu tür sekiler ile bu bölgede ilk defa karşılaşılmaktadır.
Türbe iki katlı olup, alt kısmında mumyalık bulunmaktadır. Mumyalık kısmına kuzeydoğu kenarındaki basık bir kapıdan adeta emekleyerek girilmektedir. Bu nedenle de içerisinde ayakta durmak mümkün değildir.
Ferruh Şad Bey Türbesi (Çemişgezek)
Tunceli ili Çemişgezek ilçesi Ulukale Köyünde tarlalar arasında bulunan bu türbenin kapısı üzerindeki Arapça kitabesinden öğrenildiğine göre Emir Ferruh Şad Bey için h. 957 (1550–1551) yıllarında yaptırılmıştır. Kitabenin okunabilen bölümleri şöyledir:
“………………………….
Hâzâ merkad el-Emir el-Mükerrem, Sâhib el-tabl ve’l-âlem, el-Emir Ferruh-Şâd Big…
İbn-i’l-Emir el-merhum el-magfur……el-Emir Hac Rüstem Big
Tâbe serâ-hün ve ca’ale-l-cennet misvâ-hün fi şehr Zi’lhicce…. Sene 957 (1550–1551).”
Türbe kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmış, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin gövde kısmının altında, ortasında ve üzerinde kırmızı kesme taşlardan üç sıra halinde şerit yapılmış ve böylece cephe hareketli bir görünüm kazanmıştır. Giriş kapısı ile iki yandaki pencerelerin üzeri hafif sivri kemerlidir. Kemerlerin içerisindeki pencereler düz taş hatıllıdır.
Girişin karşısında mihrap bulunmaktadır. Ancak türbe zemini sökülmüş, duvarların sıvaları sökülmüştür. Bu nedenle de içerisinin bezeli olup, olmadığı anlaşılamamıştır. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır.
Elti Hatun Kümbeti (Mazgirt)
Tunceli ili Mazgirt ilçesinde Elti Hatun Camisi ve çeşmesi ile birlikte yapılmıştır. Yapı üslubundan da XIII. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Akkoyunlu dönemine ait bir eserdir.
Elti Hatun Türbesi kesme taştan sekizgen planlı bir yapı olup, üzeri sekizgen bir külah ile örtülmüştür. Türbenin dış kenarları 3.32 m. iç kenarları da 2.32 m. dir. Kuzey yönünden türbeye girilmektedir. Bu giriş eyvan şeklinde olup, üst örtüsü yıkıldığından tam bir bilgi edinilememektedir. Türbenin diğer yüzlerinde birer penceresi bulunmaktadır.
Türbe içerisinde iki normal bir de küçük sanduka vardır. Bu sandukalar yakın tarihlerde yapılmıştır. Türbe de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır.
Çoban Baba Türbesi (Mazgirt)
Tunceli ili Mazgirt ilçes merkezinin doğusunda mezarlık alanda bulunan bu türbe günümüze harap bir durumda gelmiştir. Türbenin yapım tarihi bilinmemekte ve Çoban Baba’nın kimliği hakkında da bilgi bulunmamaktadır.
Türbe moloz ve kesme taştan dikdörtgen planda yapılmış, üzerinin konik bir çatı ile örtülü olduğu günümüze gelebilen izlerden anlaşılmaktadır. Yanında bir de çeşmesi bulunmaktadır.
Tunceli Doğal Güzellikleri
Tunceli yöresi Fırat Havzası içerisinde kalan, deniz seviyesinden yüksek bir bölgedir. Tunceli il toprakları III. Zaman sonları ile IV. Zamanın başlarında oluşmuştur. Doğu Toros Dağları’nın uzantıları doğu-batı yönünde uzanarak ilin kuzeybatısını, kuzeyini ve kuzeydoğusunu bütünüyle kaplar. Bu dağlar aşılması güç sıralar oluşturduğu için Tunceli, Türkiye'nin doğu ucunda Iğdır Ovası’ndan başlayıp Erzincan Ovası’na kadar uzanan verimli çöküntü alanıyla bütünleşememiştir. Bu dağlar, yer yer hem yüzey sularıyla aşınarak hem de akarsular tarafından derince oyularak yüksek platolara dönüşmüştür. Vadiler çok dar ve dik olup, vadi tabanlarında ovalar oluşmamıştır. Güneyden kuzeye ve batıdan doğuya yükselen il topraklarının % 70'ini dağlar, % 25'ini platolar, % 5'ini ovalar ve düzlükler oluşturmaktadır.
Munzur Dağları

Munzur Dağları, dik bir biçimde Ovacık çöküntü alanına inmektedir. Bu kesim Mercan Dağları olarak da bilinmektedir. 1.400 m. yükseklikteki Ovacık'tan sonra, 2.800–3.000 m. ye çıkan yükselti kuşağında çok dik yamaçlar bulunmakta ve bu yamaçlardan kuzeye doğru açılan havza tabanlarına inilmektedir. Havza tabanlarıyla havzaları birbirinden ayıran yüksek sırtlar, yaz aylarında yöre halkının yaylak alanlarını oluşturmaktadır.
Güney yamaçlarında yer yer rastlanan meşe ve ardıç toplulukları dışında hemen tümüyle çıplak olan Munzur Dağları’nın 2.700 metreden yüksek kesimleri sürekli karlarla kaplıdır ve kış aylarında yüksek ve sarp geçitler kapanmaktadır. Bu geçitlerin en önemlileri yükseltileri 3.000 metreye yaklaşan Mercan ve Kemah geçitleridir.
Bağırpaşa Dağı
Bağırpaşa Dağı, Munzur Dağları’nı Karasu-Aras Dağları’na bağlayan geniş ve yüksek bir kütledir. İl alanının kuzeydoğu ucunu tamamıyla kaplayan Bağırpaşa Dağı, batıdan Pülümür Çayı Vadisi, kuzeyden Karasu Vadisi, güneyden Peri Suyu Vadisi ile çevrilmiştir. Zirveleri sürekli kar ve buzlarla kaplı olan Bağırpaşa Dağı’nın en yüksek noktası 2.906 m.dir. Özellikle güney etekleri, meşe ve ardıç ağaçlarından oluşan sık bir örtüyle kaplıdır. Pülümür, Karasu ve Peri Suyu vadilerine doğru alçalan kesimler, zengin otlaklarla kaplı platolar durumundadır.
Vadi ve Ovaları

Tunceli'de ovalar il topraklarının % 5'ini kaplamaktadır. İlde önemli sayılabilecek ova ve düzlükler bulunmamaktadır. Tunceli'nin kuzey yarısındaki düzlükleri, Munzur Dağları’nın güneyindeki çukurlukta oluşmuş Zerenik Ovası ile Ovacık ilçesinin Yeşilyazı Bucağında bulunan Yeşilyazı Ovası’dır
Munzur Vadisi

Munzur Vadisi 21 Aralık 1971 tarihinde 6831 Sayılı Kanun çerçevesinde Ulusal Park haline getirilmiştir. Türkiye’nin en büyük milli parkı olan bu alan 42.000 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Milli Park oluşundan ötürü de florası ve burada yaşayan hayvanlar koruma altına alınmıştır.
Pülümür Vadisi
Pülümür Vadisi, Avcı Dağları’nın doğu yamaçlarından birkaç kol halinde başlayıp güneye uzanan çok dar ve dik bir vadidir. Merkez ilçede Munzur Vadisi ile birleşip, güneyde Keban Baraj Gölüne açılmaktadır.
Peri Vadisi
Peri Vadisi, Bingöl Dağları’nın batı yamaçlarında çok sayıda kol halinde başlar. Elazığ-Tunceli sınırını oluşturarak güneye Keban Baraj Gölüne açılan vadi yer yer dar ve diktir. Peri Vadisi, Tunceli-Bingöl arasındaki ilişkiyi sınırlandıran doğal bir engel oluşturmaktadır.
Tahar Vadisi
Tahar Vadisi, Kırklar Dağı’nın batı yamaçlarından batıya ve güneye yönelerek Keban Baraj Gölü’ne açılmaktadır. Diğer vadiler kadar dar ve dik değildir. Çemişgezek yöresinde yer yer genişlediği kesimlerde, akarsu yatağının iki yanında küçük koycuklar meydana getirmektedir.
Akarsu ve Göller

Tunceli, akarsu yönünden çok zengindir. Düzenli yağış alan yüksek dağlarda yer altına sızan kar ve yağmur suları, daha düşük yükseltilerde kaynaklar şeklinde yeniden yüzeye çıkar. Akarsuları besleyen bu kaynaklar sürekli olduğundan, akarsuların taşıdığı sular bol ve akışları da oldukça düzenlidir. Bu akarsuların en önemlileri; Munzur Suyu, Mercan Deresi, Pülümür Çayı, Peri Suyu ve Tahar Çayıdır.
Munzur Suyu

Keban Baraj Gölü’ne kadar 144 km.lik bir yol izleyen Munzur Suyu saniyede ortalama 87 m3 su akıtmaktadır.
Peri Suyu
Murat Irmağının büyük kollarından biri olan Peri Suyu, Bingöl'ün kuzeyindeki Şeytan Dağları’nın batı eteklerinden doğar. Tunceli'nin doğu sınırını oluşturarak güneybatı yönünde akan Peri Suyu’na Tunceli topraklarında Teke, Yuvanık, Kalman, Kıl, Sekban ve Mıhindi dereleri katılmaktadır. Peri Suyu, Kayacı yöresinde Keban Baraj Gölüne dökülür.
Pülümür Çayı

Mercan Deresi
Avcı Dağları’nın batı yamaçlarından doğan Mercan Deresi, güneybatı yönünde akarak Ovacık ilçe merkezinin 7–8 km. doğusunda Munzur Suyu’na karışır. Mercan Deresi özellikle Mollaaliler'in kuzeyinde derin vadiler oluşturmaktadır.
Tahar Çayı
Kırklar Dağı’ndan doğan ve Kırklar Çayı’ndan beslenen Tahar Çayı, Çemişgezek İlçe merkezinin batısından geçerek Keban Baraj Gölüne dökülmektedir. Yüksek dağlardan beslenmediği için, taşıdığı su miktarı kaynak sularına ve mevsim yağışlarına bağlıdır.
Kaplıca ve İçmeleri
Tunceli'de çok miktarda şifalı su ve kaplıca bulunmasına rağmen, bunlar yeterince tanıtılmamıştır. Bölgede bulunan başlıcaları; Bağın ve Harik kaplıcaları ile Harçik İçmesi ile Anafatma İçmesi’dir.
Bağın Kaplıcası (Mazgirt)
Tunceli ili Mazgirt ilçesi Bağın (Dedebağ) Köyü’nde bulunan bu kaplıcanın suyu 35 derece sıcaklıktadır.
Harik Kaplıcası (Nazimiye)
Tunceli ili Nazimiye ilçesi, Dallıbahçe Bucağı’nda bulunan Harik Kaplıcasının suyunun sıcaklığı 30 derecedir.
Şampaşa Karaderbent Kaplıcası (Pülümür)
Tunceli ili Pülümür ilçesinde bulunan bu kaplıcada konaklama için bir bina bulunmaktadır. Bu kaplıcadan ilçe merkezi ve çevre köyler sağlık yönünden yararlanmaktadır. Ancak terör nedeniyle bu kaplıcanın faaliyetleri durdurmuştur.
Harçik İçmesi
Tunceli Merkez İlçe sınırları içerisinde olup, üzerinde herhangi bir turistik tesis yoktur. Tunceli-Erzincan yolu üzerindedir.
Anafatma İçmesi
Tunceli Merkez İlçe sınırları içerisindedir.
Mesire ve Dinlenme Yerleri
Zenginpınar (Zağge) Şelalesi ve Mesire Yeri

Zenginpınar Şelalesi, gerek bitki örtüsünün zenginliği gerekse vadinin çarpıcı derinliği ile çok etkileyici doğal verilere sahiptir. Pülümür Çayı ve vadinin karşı yamaçlarındaki sık orman örtüsü, doğal çevre ve manzara zenginlikleri nedeniyle yöre halkının mesire yerlerinin başında gelmektedir.
Dereova Şelalesi

Şelale yaz ve kış aylarında çok etkileyici ve farklı bir manzara sunmaktadır. Kışın şelale sularından oluşan sarkıt ve dikitler, bir buzul tabakası meydana getirmektedir. Şelalenin çevresi çok dik eğimli olup, bodur meşe ormanları ile kaplıdır. Şelale ve çevresi doğal güzellikleri ile piknik, doğa yürüyüşü gibi günübirlik etkinlikler için önemli bir dinlenme yeridir.
Kutudere Mesire Yeri
Tunceli-Pülümür karayolu üzerinde, il merkezine yaklaşık 30 km. uzaklıkta ve Pülümür Çayı kenarında yer alan Kutudere Mesire Yerinin içinden aynı zamanda küçük bir dere geçmektedir. Mesire yerinin zengin bir bitki örtüsü olup, iki adet özel turistik tesis bulunmaktadır.
Bu mesire ve dinlenme yerlerinin dışında; Tunceli il merkezine 8 km. uzaklıktaki Dinar Deresi çevresi, Pülümür Çayı ile Yastık Deresi’nin birleştiği bölge, Keban Baraj Gölü kıyıları ile Pertek Feribot iskelesinin bulunduğu yerler, Çemişgezek İlçesindeki Tağar Çayı kenarları yöre halkının mesire ve dinlenme alanlarıdır.
Tunceli Göze ve İn Delikleri
Ovacık Gözeleri (Ovacık)

Munzur Gözelerinin 20 hektarlık kısmı, 1963 yılında Orman İçi Dinlenme Yeri olarak ayrılmıştır. Ancak geçen zaman içinde herhangi bir yatırım yapılmadığı için Orman İçi Dinlenme Yeri statüsünden çıkarılmış olmakla birlikte, yöre halkının en yoğun kullandığı mesire yerlerinden biridir.
Munzur Gözeleri, sularında avlanan alabalıklarıyla ünlüdür.
Halbori Gözeleri (Merkez)
Tunceli-Ovacık yolu üzerinde, kent merkezine yaklaşık 20 km. uzaklıkta, Munzur Suyu kenarında, derin ve kayalık bir vadinin içerisinde yer alan Halbori Gözeleri, çok soğuk kaynak sulara sahip bir dinlenme ve mesire yeridir.
İn Delikleri (Derviş Hücreleri) (Çemişgezek)

İbn-i Bibi bu İn Deliklerinden 1226 yılında yöreye gelmiş ve Seyahatnamesi’nde bunlardan söz etmiştir: “Başı semaya yükselmiş bir kaya içinde kudretin eliyle oyulmuş bir mağara gördük.”
İn Delikleri eski tarihlerden itibaren barınak olarak kullanılmıştır. Ayrıca kayalara oyulan bu mağara yerleşimlerinin arasında kayalardan sızan suların toplandığı sarnıçlar bulunmaktadır. Mağara odacıkları arasında da birbirleri ile bağlantılı merdiven ve koridorlar bulunmaktadır. Geç dönemlerde bu odalar hububat deposu olarak da kullanılmıştır.
Günümüze gelen ve sayıları 20 civarında olan Çemişgezek’teki derviş hücreleri, yumuşak kayaların kopmasından oluşmuştur. Bununla beraber içlerinde taşçı taraklarının ve çekiç izleri çoğunun insan eli ile düzeltildiğini de göstermektedir. Bu nedenle de odaların bazıları 2.50x1.70 m. ölçülerinde düzenlenmiştir. Bu odalar iki bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölüme dışarıdan merdivenle çıkılır. Bu bölümde odalar ve havuzlar bulunmaktadır. İkinci bölümde ise, oldukça dar bir koridorun çevresinde odalar sıralanmıştır. Bu odalar düz tavanlı veya tonoz şeklinde üst örtülüdür. Bunlardan ayrı olarak odaların en üstünde çıkılması zor ve daha geniş tek bir oda vardır. Bu odaya Bey Odası ismi verilmiştir.
Ağlayan Kayalar (Pülümür)

Buz Mağarası (Pülümür)

Oldukça geniş, oval görünümlü bir girişten sonra mağara içerisinde 12 bölüm halinde yukarıdan aşağıya doğru sarkan buz sarkıtları görülmektedir. Yaz ve Kış aylarında da bu bölümlerin içerisi buz kaplıdır. Yöre halkı bu mağaradan buz deposu olarak yararlanmaktadır.
Tunceli Mezar Taşları

Yöreye hâkim olan Akkoyunluların buradaki varlıklarını gösteren belgelerdir. Bu tür mezar taşları blok taşlar oyularak meydana getirilmiştir. Çoğunlukla koyun ve at motifleri işlenmiştir. Ayrıca blok halinde dikey sütunlar olarak da mezar taşları yapılmıştır. Bu taşlarda dikkati çeken bir nokta ise üzerlerinde bir yazı veya kime ait olduklarını belirten bir bilginin olmamasıdır.
Tunceli mezar taşları Selçukluların Ahlat’taki mezar taşları ile şekil ve form olarak yakınlık göstermektedir. Ancak Ahlat mezar taşlarında kitabeler olmasına rağmen, buradaki mezar taşlarında yazıya yer verilmemiştir.
Bunun yanı sıra insan başlı mezar taşlarına da Ulukale’de rastlanmıştır. Örneğin Ulukale girişindeki baştaşı yerine ölen bir kişinin büstünün konulduğu mezar taşını Ahmet Altınoluk isimli bir duvarcı ustası yapmıştır. Ayrıca çevre köylerde de buna benzer mezar taşları ile karşılaşılmıştır. Yörede yapılan araştırmalarda bu tür insan başlı mezar taşlarının yakın tarihlerde de yapıldığı görülmüştür.


Tunceli Köprüleri
Çemişgezek (Tağar) Köprüsü (Çemişgezek)
Tunceli ili Çemişgezek ilçesine 3 km. uzaklıkta, Tağar Çayı üzerinde bulunan köprü kitabesinden öğrenildiğine göre, h. 1222 ( 1807–1808) tarihinde Yusuf Ziya Paşa tarafından Ova köyleri ile bağlantıyı sağlamak amacı ile yaptırılmıştır. Halk arasında Aşağı Köprü olarak da tanınmaktadır.
Köprünün kitabesinin okunan kısımları şöyledir:
”Maşallah
……Kıldı şad ihya-ı hamid –abad
Eyleye ya rab….cisr-i nevi cad
Banisine namzeyledi bir tarih
Cihan durdukça ma’murede hak bu cisr-i bünyadı Sene 1222 (1807–1808).”
Diyarbakır Valisi Akif Paşa tarafından da 1856 yılında onarılmıştır. Ayrıca batı ve güney cephesindeki kitabelerden öğrenildiğine göre ise h. 1332 (1906) tarihinde bir kez daha onarılmıştır.
Mamuret’ül Aziz Salnamesi de (h.1307 m.1891–1892) köprü ile ilgili bilgiler vermektedir:
“Kasabanın pişgahında cereyan eden doğar nehri üzerinde iki adet kargir köprü mevcut olup kemer formu sivridir. Kemer uzunluğu ise 16 metredir. Su seviyesinden kilit taşına kadar olan yükseklik 9.2 metredir. Kesme taşlarla yapılan köprü iki profillidir. Köprü başlarında dört tane kaba taş vardır ki birinin üzerinde bir vazodan çıkan üç servi motifi vardır. Onun için halk servili köprü de demektedir.”
Kesme taştan yapılmış olan köprü 29.00 m. uzunluğunda olup, 4.35 m. genişliğindedir. Köprünün tempan duvarları moloz taştan yapılmıştır. Ortaya doğru yükselen sivri kemerli tek gözlü köprü yanlara doğru alçalmaktadır. Günümüze sağlam bir durumda gelmiş ancak, köprünün yakınına yeni bir köprü yapılmış ve bu köprü anıt niteliğinde korunmaktadır.
Sivdin Köprüsü (Çemişgezek)
Tunceli ili Çemişgezek ilçesi Sivdin Mahallesi’nde Karar Deresi üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak yapı üslubundan XII.-XIII. Yüzyıllarda Selçuklu döneminde yapıldığı sanılmaktadır.
İki kaya üzerine oturtulan köprü kesme taştan ve tek gözlü olarak yapılmıştır. Sivri kemer açıklığı 11 m. olup, su seviyesinden kilit taşına kadar olan yüksekliği de 6.50 m. dir. Kemerin üzerinde dışarıya doğru çıkıntı yapan ince bir tahfif kemeri bulunmaktadır.
Çeşitli dönemlerde onarılan köprü günümüze harap bir durumda gelebilmiştir.
Hanım Köprüsü (Pülümür)
Tunceli ili Pülümür ilçe merkezine 3 km. uzaklıkta, Pülümür Çayı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi günümüze gelememiş, kaynaklarda da yeterli bilgiye rastlanmamıştır. Bu nedenle de ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.
Bu köprü ile ilgili bir söylence bulunmaktadır. Bu söylenceye göre; Pülümür Çayı üzerinde bir hanım tarafından bir su kemeri yapılması istenmiş, kemer ve yanındaki köprünün yapımı için bir taşçı ustası görevlendirilmiştir. Bir de şart koşmuştur. Köprünün yapımında kullanılacak taşlar Tercan’dan getirilecek ve taşlar ne bir eksik, ne de bir fazla olacaktır. Bu şekilde eksiksiz tamamlandığında usta ile evleneceğini, aksi halde de ustanın boynunu vurduracağını söylemiştir. Taşçı ustası belirlediği sayıdaki taşları eksik ve fazla olmadan köprüyü tamamlamış ve hanımla da evlenmiştir.
Köprü moloz taştan ve tek gözlü olarak yapılmıştır. Köprü yakınında kaleye su taşımak için bir çıkış yolu bulunmaktadır. Günümüzde harap durumdadır.
|
|
|
|
ÇEVERÈ HAZARU/ Binler Kapısı AÇILIYOR
Çalışma, çoğu ilk kez yayınlanan otantik eserlerle Dersim kültür coğrafyasının konuya ilişkin sözlü birikimine dikkat çekmek yanında müzikal açıdan da geleneksel halk müziğinde „toplu icra“ ve bağlı olarak „çokseslilik“denemelerine/araştırmalarına kendi uygulamalarıyla cevap verme amacıyla şekillenmiş…
Kahraman- Bu albüm her şeyden önce, alan araştırmasına dayalı dokümanter bir çalışma olarak değerlendirilmelidir. Bu işe başlarken yıllardır üzerine çalıştığımız Dersim sözlü birikiminin inanç-ibadet literatürüne ait birikimi örneklemek istiyorduk. Yani Zazaca/Kırmancki, Kürtçe/Kırdaşki beyitler, semahlar, dualar var mıdır, varsa özellikleri nelerdir? gibi bir temel soruyla yola çıkmıştık. Çalışma süreci bizim için de bir öğrenme süreci olmuştur. Karşılaştığımız ürünlerin yol göstermesiyle umduğumuzdan daha derin bir tarihsel geçmişi hesap etmemiz gerektiğini anladık ve imkanlarımız, gücümüz ölçüsünde bu soruları cevaplamaya çalıştık. Arslan- Kitapçık incelendiğinde Anatolia Kızılbaş Aleviliği’nin tarihsel kökenleri bakımından Gilgameş’e kadar, Marduk’a kadar gidilebilecegini tartışmaya açmışsınız; ölümsüzlüğü arayan ve en yakın dostu ve yardımcısı Enkidu ile Humbaba’yı öldüren Sümer Kralı Gilgameş ile Marduk’a kadar uzanan bir serüvenden referanslar vermişsiniz. Efendim Alevilik Sümer’e ya da Babil Medeniyetine kadar uzanabilir mi, bu mümkün müdür, Aleviliğin anlaşılmasında Sümer ve Babil inançları ve kabartmaları esas teşkil edebilir mi? Alevi inancının tarihsel köken olarak Müslümanlık’tan çok daha önce varolduğu kabul edilirse, Müslümanlıkla benzerlikleri nasıl anlaşılabilir? Arslan- Dersim’in kendine has inançları panteist özellikler taşır mu? Kahraman: Dersim inancı panteist değildir. Dersimliler Güneşe, Aya, ırmağa ya da doğaya tapmazlar. Dersim insanı örneğin güneşe saygı duyarken, ateşe saygı duyarken, yüce bir dağa saygı duyarken, bunları Tanrının varlığının şahitleri, ispatı, zuhuru olarak görür, birçok tanrı olarak değil. Bu anlamda da panteist değildir. Arslan : Fakat bu ifadeler sadece Türkiye´de ve Türkçe literatürde değil, uluslararası literatürde de Alevilik araştırmalarının temel çözümlemeleridir. Yani Aleviliği senkretik, heterodoks, eklektik, doğa tanrıcı-panteist nitelemeleriyle anlamak….? Kahraman:Evet bütün bu tanımlamalar, Alevilik ile ilgili akademik çevrelerde artık kabul görmüş bazı köşe kavramlardır; mesela İrene Melikoff’dan, Martin von Bruinessen’e kadar. Ayrıca Türkiye´de ve Türkçe üzerinden bir gelenek olarak Abdulbaki Gölpınarlı’dan Fuat Köprülü´den başlayıp bugün, Ahmet Yaşar Ocak’a, Reha Çamuroğlu gibi konu uzmanlarına kadar uzanan gelenek aslında bütün bu kavramlar üzerine şekillenmiştir. Birbirleri arasında ne kadar fikirsel farklar olsa da hepsi Alevilik tanımlaması konusunda bu zemini paylaşıyor. Buna göre de Alevilik farklı dini geleneklerden, Musevilikten, Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, hatta Zerdüştlükten hatta Budizmden, Hurufilikten etkilenmiş bir kültürlenme yığınıdır. Herşeyin cilasına boyanmıştır, kazıyınca altından başka bir şey çıkar, böyle görüyorlar. Ya da her yerden güzel bir şeyler almış hümanist bir halk islamı´dır. Hatta İrene Melikoff, kirveligi Moğol töresi, mesela Hızır Orucu´nun Şubat ayında yapılmasını kış aylarında boş zamanların çokluğuyla açıklamıştır. Bunun dışında bir fikre, bir mantığa, bir düşnülmüşlüğe layık görmemıştir; Nevroz da zaten oniki hayvanlı eski türk takvimin´de yılbaşıdır. Hatta Kızılbaşlığı kendinden önce de özellikle A. Gölpınarlı´yı kaynak göstererek „Köy Bektaşiliği“ olarak tanımlayacak kadar ileri götürmüştür. Arslan- Sumer , Babil ve Dersim Mitolojisini ve dinini özce karşılaştırma ve özdeşleştirme imkanına sahip miyiz sizce? Misal İshtar ya da İnanna ya da Ana-Hita veyahut Enuma Elish gibi tanriçalar mitolojik rolleri ile görülürse bu manada Ana-Fatma, Buyere, Xaskare arasında bir bağ kurulabilir mi? İshtar gece tanrısı olarak düşünüldüğünde aklımıza Kirmancki´deki „astare/yıldız“ gelir, İngilizce’de bu „star“dır. Diğer bir örnek Kırmancki dilinde MAA ile Sumer’ce de MAA aynı manaya tekabül etmektedir.Tanrısal boyutları da eşit ve benzer olan Dersim ile Sumer ve Babil toplumu arasındaki güçlü bağ nedir sizce? Kahraman: Bakın Türk araştırmacıların meseleyi 12.-13 yüzyıllarda başlamış bir kültürlenme olarak tanımlamaları bir noktadan sonra doğaldır. Çünkü Türkler bu yüzyıllarda ilk kez bu topraklara geldiler. Ama biz hep buradaydık. Dolayısıyla da bu toprakların en derin kültürel şekillenmesini oluşturan ve taşıyan bir geçmişimiz var. Örneğin biz tarihin en derin zamanlarından beridir Sami halklarla ve bu topraklardan gelmiş-geçmiş bütün kadim kültürlerle bir alış-veriş içerisindeyiz. Dolayısıyla diyelim Türklüğün ilk kez İslamla birlikte Arapça ile karşılaşmasına benzemez bizim durumumuz. Biz İslam ya da diğer dinlere ait referanslarla ilk kez Türkçe üzerinden karşılaşmak durumunda değiliz. Dahası bu yaklaşımla bizim kültürel referanslarımız İslam öncesi zamanların kaynaklarına dayanır. Ve tartışmamızı da yine bu toprakların yerlisi olan kültür kaynaklarıyla yaptıkça yol alabiliriz. Yani bizim Ermenice, Kürtçe, Asurice, Arapça, Farsça gibi diller ve Yezidilik, Ehli Haklar vb. inançlarla kıyaslamalı yapacağımız bir tartışma bize yol aldırabilir. Arslan- Dersim’de deyişlerin, beyitlerin Türkçe okunduğu, Alevilikte ibadet dilinin Türkçe olduğu iddiasına ne diyeceksiniz? Kahraman: Tabi aslında bu Aleviliği sadece Türkçe üzerinden tanıyan ve Dersim´e de bu bakış açısıyla yaklaşan çevrelerin değil, bizzat bizim insanımızın bile, yeni yeni araştırmalar yapan arkadaşlarımızın dahi ikna olduğu bir iddiadır. Ama gerçekten öyle mi, bu soru önemlidir; bence daha da önemlisi, eğer öyle değilse neden bizim insanlarımızın, aydınlarımızın dahi ikna olduğu bir meşruiyet kazanıyor; bu daha önemlidir. Arslan- Eserlerinizin her şeyden önce Dersim Dili’ne bizi daha fazla bağladığını ve unutulmuş ya da unutturulmuş tarihi kavramlarla bizi tekrar buluşturduğunu görmekteyiz. Dille inanç sisteminin bağlantısı nedir? Kahraman: Dil en önemli mana aktarıcısıdır; ama aynı zamanda da mana´nın kendisidir. İnanç sistemleri de en temelde insanın hayat´la ve bağlı olarak ölümle ilgili sorduğu soruların cevaplar sistemidir. Hiçbir mana sistemi dil olmadan anlaşılamaz, anlatılamaz, yaşatılamaz, aktarılamaz. Demek ki, mana ile olan ilişkileri yüzünden dil ve inanç sistemlerini bir birinden ayıramıyoruz. Arslan- Bu noktada Kırmancki´nin (Zazaca)’nin de önemine değinebilir misiniz? Kahraman: Şimdi Alevilik üzerine konuşuyoruz; Alevilik´de belli kurumlar var, belli kavramlar var, bunların adları ve öğreti içindeki anlamları, değerleri var… Şimdi madem ki Alevilik bir öğretidir kendi kavramlarını da anlaşılır kılabilmelidir. İşte bu noktada yine dillere baş vuruyoruz. Hangi dil bize bu kavramları anlaşılır kılıyor; denilebilir ki bu konuda Zazaca´nın yol göstericiliği çiğır açıcıdır. Örneğin Pir kelimesi… Arslan- Sözlü tarihten söz ettiniz; toplumumuzda gençler, özellikle kendilerini tarif konusunda biribirine uymayan tanımları ifade eder: KIRMANC, Dersiman, ZAZA, Dımıli, veya Kürt gibi? Kahraman: Bizim bütün bu isimlendirmelerin hepsine de ihtiyacımız var. Çünkü bunlar bir keyfiyetin ürünü değildir ve hepsinin de hem aynılık hem de ayrılık anlamında bize aktardığı bir şey var. Bunlardan birini seçip diğerlerini aforoz etme lüksüne de sahip değiliz; aforoz etmek bir yana hepsini de anlamak zorundayız. Arslan- Dilimizin, kültürümüzün sözlü gelenekle aktarılmasının getirdiği dezavantajlar nelerdir? Kahraman: Bugünkü popüler tarih yazımında yazı ve yazılı gelenek, gelişmişliğin, yüksek medeniyet olmanın önemli sembolü olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla da sözlü kültürler bütün bu yazının kıymetini anlayamamış ya da yazının ne işe yarayacağını kavrayamamış bir geri durum olarak görülüyor. Şimdi bugünkü toplumsal normlar ve alışkanlıklarla dil´i yazısız düşünmek bile mümkün değilmiş gibi görülmektedir. Yazı modern dünya´nın bütün belleğini oluşturur. Arslan- « Meyman » isimli eserinizi Dersim’e özlem ile isimlendirmişsiniz; «roze tore meymano» uzun süre memleketinden uzak bir sürgünün öyküsünü andırıyor bizlere. Xıdo isimli şarkınız yine buna benzer bir öykü olmakla beraber, Almanya’da kültürel çelişki yaşayan Dersim insanının sorunlarına işaret etmekte. « Zazaname » isimli eser ise gençliğin göçmenlikte kültürel yabancılaşması ile ilgili bir öykü sanırım? Sürgün hayatının eserlerinizdeki yeri nedir? Dersim´i özlemediniz mi? Kahraman: Ben sürgün kavramını kendi durumuma yakıştırmıyorum, çünkü mecburi bir durumdan çok bilinçli bir tercihi yaşıyorum. Belki bazı bürokratik süreçler bunu bir mecburiyet gibi gösteriyor ama öyle değil. Doğrusu insanın kendi memleketinde sürgün gibi yaşaması daha acıdır. Denilebilir ki bu son on yılımız Dersim´e en çok yaklaştığımız, Dersim´i en çok hissettiğimiz, anladığımız zamandır; bir paradoks gibi görünüyor ama Dersim´de yabancı gibi yaşamaktansa Almanya´da hem yabancı, hem Dersimli gibi yaşamayı tercih ederim, en azından kendimdeki Dersimli´yi. Biz işlerimizi yaparken siyasi manüpülasyonun etki alanının dışına çıkmak zorundaydık, kendimizi anlamak istiyorduk ama bunu açığa çıkartacağımız bir boşluk yoktu. Dersimli´yi anlayabilmek için, Dersim´i anlamak için oradan çıkmak gerekiyordu, belirttiğim gibi kendimizdeki Dersimli´yi. Arslan- Dersim’de festival çalışmaları ve kültürel etkinlikler artacak. Festival etkinliklerini; izleyebildiğiniz kadarıyla nasıl değerlendireceksiniz? Kahraman: Festival güzel tabi. Binlerce insanın buluştuğu bir görüşme, alış-veriş, tartışma ortamı, bazı sokak ve salon etkinlikleri falan, hepsi güzel ve her yıl biraz daha iyisini yapmak için çalışmak zorundayız. Ama genelde kültürel etkinlikler için daha kalıcı kurumlar gerekir diye düşünüyorum. Bu tür festivalleri de organize edecek aynı zamanda da bu festivallerde çalışmalarını sergileyecek Dersim merkezli kültür atelyelerine, okullara ihtiyaç vardır. Dersim merkez ve bütün ilçelerinde koordineli çalışacak kurumlar… Şu anda Dersim´de en büyük eksiklik bir dil okulu ve kültür merkezi´nin olmamasıdır. Arslan- Son olarak, Munzur Barajlar Projesi, Danıştay Dava Daireleri Genel Kurlu’nun nihai kararı ile uygulamada hukuki engeli aştı ve iç hukuk açısından gidilecek makam kalmadı. Bu konuda Avrupa’daki Dersimliler Munzur Barajlar Projesi’ni topluma nasıl anlatmalıdır? Sizce çözüm önerileri neler olabilir? Kahraman: Elbette bizler bu konularda elimizden geldiği kadar mücadele etmeliyiz. Ancak söylediğiniz gibi bu işin hukuki bir boyutu da vardır ve bu konuda da sizin gibi hukukçu dostlarımızın yol göstericiliğine ihtiyacımız var. Ben de soruyorum, ne yapmalıyız? |
