Radyo Barış online
QIRDIM /QIZILBEL/PULEMURİYE
KOYE QIRDIM QIZILBEL

GUNDEM


Peygamber efendimizin yaptığını yapmak, tuttuğunu tutmak sünnet ise Muharrem orucunu neden tutmuyorsunuz?
Kur’anda oruçla ilgili ayetleri ana başlıklarıyla açıklayacak olursak

“Hastalık, yada yolculuk sebebiyle oruç tutamayanlar tutamadıkları günlerin sayısı kadar başka günlerde oruç tutarlar”

“Kuran’da hacla ilgili bazı eksikliklerde orucun fidye olarak tutulması”

“Yanlışlıkla ölüme sebebiyet verip, köle affetme cezasını yerine getirmeyenlerin, iki ay kesintisiz oruç tutması”

“Yemin bozanların kefaret olarak oruç tutması”

“Hacda avlanma yasağını çiğneyenin kefaret olarak oruç tutması”

“Hanımların cahiliye adetlerinde olduğu gibi anası, kız kardeşi gibi yakın akrabası ilan edip, boşanmaya kalkmanın cezası olan köle azadını yerine getiremeyenleri, kesintisiz iki ay oruç tutması geçer.”

Görüldüğü gibi Kur’an bazı suçların cezasında orucun, suçun dünyevi karşılığı olarak tutulmasını söyler.

Asıl başlıklarıyla inceleyecek olursak:
Katl (Kefaret) orucu: “Her halde bir Müslüman’a layık değil ki, haksız olarak bir Müslüman’ı bile bile öldüre. Her kim bir ehli imanı bilmezlikle ölümüne sebep olsa, esir olmuş bir Müslüman kul veya cariyenin azat edilmesi üzerine farz olur, ve birde ölünün sahibi aldığı o diyeti sadaka ede veya hiç almaya. Eğer ölü size düşman bir kabileden olsa bile mümindir, bir Müslüman esiri bay olsun bayan olsun azat etmesi katil üzerine borç olur. Öldürülen aranızda ahitleşme olan bir kavimdense ailesine kan parası vermek, ve bir mümin köle azat etmesi gerekir, bunları yapmayan Allah’a tövbe ederek iki ay birbiri ardına oruç tutmalıdır.”
Kur’an, zalim olanları, insan canı alan katilleri lanetlediği gibi diyet ödemekle yani, ceza olarak da iki ay kefaret orucu tutup aç kalmayı emrediyor. Kerbelanın katilleri acaba bu orucu yaşadılar mı bilemem.
“Bir mümini kasten öldürene gelince onun cezası, içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Allah gazap etmiştir böylesine, lanetlemiştir onu, çok büyük bir azap hazırlanmıştır ona.”
Günümüz dünyasında bunun yaşanmasına imkan var mıdır? Diğer bir deyimle, adam öldürüp sonrada iki ay oruç tutup, kurtulmanın yolu olur mu? Yoktur. Çünkü, yasalarımız onun takipçisi olacaktır. Kişinin, yasaların dışında vicdani, ahlaki bir sorumluluğunun bilincinde olunmasıdır. Allah’ın affetmediğinin bilinmesidir.

Muharrem orucu: Konumuzun başlığı da budur ve asıl konumuzdur. Bu konunun üzerinde etraflıca durmaya ve irdelemeye çalışacağız. Bilindiği gibi Muharrem ayı kutsal bir aydır. Bu ay haram aylardandır. Bu ayda savaş yapmayı yüce kitabımız kutsallığından dolayı yasaklamıştır. Muharrem ayı hicri takvimin ilk ayıdır, ve oruçta bu ayın birinde başlar. Yani hicri yılbaşında başlar. Kurban bayramının birinci gününden itibaren yirmi gün sayılır, yirmi birinci gün oruç tutulur. Muharrem orucu denmesinin altında, muharrem ayı yatmaktadır. Muharrem ayının kutsallığı söz konusudur. Muharrem orucuyla ilgili hakim zihniyetin görüşü şudur Ramazan orucu gelince muharrem orucu nesh (Kur’an’ı kerim de sonda gelen bir ayetini, önce gelmiş bir ayetteki hükmü değiştirmesi, kaldırması, hükümsüz bırakması) edilmiştir. Bazı fıkıhçılara göre nesh olayı vardır, diğerlerine göre ise yoktur. Var ise hangi ayetin nesh edildiğini, hangisinin edilmediği şüphesi içimizde belirmeyecek midir? İmanla güman (Şüphe) bir arada olması şirk değil midir?
Hangi ayet yürürlükten kalkmıştır, hangisi kalkmamıştır? Ve bunun ölçüsü nedir? Kim bilecek, kim söyleyecek. Mademki nesh edilmiştir, niçin yerinde durmaktadır?
Nesh edildiğini varsayalım Bu orucu Peygamber efendimiz tutmuş mudur, tutmamış mıdır? Tuttu ise, Peygamberimiz nesh edildiğini bilmiyor muydu? Tutmadığını söyleyenlere şunu sormak isterim? Peygamber efendimize Kur’an 40 yaşında geldiğine göre, Kuran’dan önce Peygamberimizin tuttuğu oruç yok muydu? İbadeti yok muydu? Ramazan orucu vardı ve onu tutuyordu diyenlere de yine sormak isterim:
Ramazan orucu Kur’anda hangi surededir?
-Bakara suresindedir.
Bakara suresi Kur’an’ın iniş sırasına göre kaçıncı suredir?
-92’nci suredir.
kuranın tamamı kaç suredir?
-114 suredir.
-Kur’an kaç yılda gelmiştir?
-23 yılda.
-23 yılda 114 sure nüzul olduğuna göre, 92. surenin inişi takribi kaç yıla tekabül eder?
-Takriben 20 yıl olsa, Hz.Peygambere 1.Surenin nüzulu 40 yaşında gelmeye başladıysa, bir 20 yıl daha üzerine eklersek yaşı 60 dır. Hakk’a yürüdüğü yaş ise 63’tür. 60 yıl hangi orucu tutmuştur? Ramazan orucu Mekke’de değil, Medine de nazil olmuştur. Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret etmesinden iki yıl sonra inmiştir. O güne kadar ramazan orucu olmadığı için tutulmamıştır. Ramazan’dan sonra fitre verildiği için “Fıtır Bayramı” denilmiştir. Söylenceye göre peygamberimiz bayram namazından önce hurma yediği için şeker bayramına dönüşmüştür.

O zaman sormak lazım Bakara suresi gelinceye kadar hangi oruç tutulmuştur?

–Muharrem orucu tutulmuştur. (Bir çok kaynakta vardır.)
Muharrem orucunu da tüm “Yasin ailesi” (Peygamber ailesi) tutmuştur.
Evet o gün Kur’an indirilmeden önce Fatiha, İhlas yoktu, ramazan orucu yoktu!
Niçin? Çünkü, henüz Kur’an indirilmemişti.
O zaman ne vardı? Hangi oruç, hangi ibadet vardı? Yüce kitabımızın ibadetin şekli ile ilgili gösterdiği adres tevhid dininin şekli yanını gelenekleştiren ilk peygamber Hz. İbrahim’dir... Ve ona uymamızı istiyor.
Hz.İbrahim, olmayan orucu, olmayan ibadeti mi yapıyordu? Oysa peygamberlerin görevi din icat etmek mi, yoksa var olanı kemalete erdirmek miydi? Peygamberin dini denmez, Allah’ın dini denir.
Efendim! Her peygamber kendinden önce gelen peygamberin şeriatının kaldırıldığı iddiasına gelince Yüce kitabımızın buyurur ki

“Allah’ın bundan önce gelip geçenler hakkında uyguladığı yasa budur. Allah’ın kanunun da/ tavrında/ davranışında bir değişiklik bulamazsınız.”

“Bu Allah’ın öteden beri işleyip duran yolun yasasıdır. Allah’ın yolunda ve yasasında hiçbir değişme bulamazsınız.”

“Senden önce gönderdiğimiz Resullerimize uygulanan yöntemde buydu. Sen bizim yol ve yöntemimizde değişme bulamazsın” denilmektedir.
Allah’ın yol ve yönteminde değişiklik olmadığına göre peygamberimizin ve ondan önce gelmiş geçmiş tüm peygamberler oruç tutuyorlar mıydı? Tutuyorlarsa hangi orucu tutuyorlardı? Peygamber efendimizin yaptığını yapmak, tuttuğunu tutmak sünnet ise muharrem orucunu neden tutmuyorsunuz? Ve neden yok diyorsunuz? Namaza gelince Peygamber efendimizin bedeni hareketlerle yaptığına sünnet deyip onu farzlaştırırken, Muharreme gelince bütün Peygamberlerin tuttuğu bu orucu neden yok sayıyorsunuz?
Namazın şekliyle, vaktiyle, duasıyla rekatıyla ilgili Kur’an da hangi ayetleri gösterebilirsiniz. Çünkü, Kur’an, namazın tarifini yapmamıştır. Kılınan namazın şekli Kur’an’ın emri değil, geleneğin uygulamasıdır.
Geleneği din edineceksiniz, Peygamberimizin tuttuğu ve tarihsel kaynaklara göre tüm peygamberlerin şükrane olarak tuttuğu orucu yok sayacaksınız. İşte buna insafsızlık ve körlük denir. “El insaf min el iman” (insafı olmayanın imanı olmaz).

Bu orucu tutanlar hakikat orucu deyip bütün uzuvları ile yaşayıp gönül kırıp can incitmezken, Ramazan tutmayanlar neden hor görülür? Hatta zulmedilir, incitilir. Orucun diğer adı “susmak” olduğuna göre niçin susmaz, can incitirsiniz, niçin?
Niçin sadece aç kalmayı oruç sayıyorsunuz?
Niçin bütün bedeni ve ruhani hareketlerinize iradenizi hakim kılmıyorsunuz?
Niçin ahlaki boyutunuza orucunuzu hakim kılmıyorsunuz! Açlık insanı bir yere taşımaz.... Peygamberlerin tuttuğu hakiki orucu tut ki, amaca ulaşasın... Tut ki amel defterin Ehlibeytten yana olsun...
Tut ki Bütün peygamberlerin şefaatına mazhar olasın...

Aleviler, Kur’an daki pek çok hükmün ve buyruğun zaman ve mekana kayıtlı olduğuna inanır. Türk boylarının sosyal yaşamı dikkate alındığında bir ay boyunca yemeden içmeden kesilip oruç nasıl tutacaklardır? Sürekli yer değiştiren, göçebe hayat süren, dağlarda otlak arayan yoksul insanlara zulüm olmazmıydı? Merhameti ve şefkati bol olan, “dinde zorluğun olmadığını” bildiren yüce Tanrının böylesi bir zorluğu kullarından istemesi mümkünmüdür?

Muharrem orucunu neden tutuyoruz sorusuna gelince?

Yüce kitabımızın emri olduğu için,
Peygamberimiz ve tüm peygamberler tuttuğu için,
Peygamber Ehlibeytinin sevgisi için,
Ahlaklı ve erdemli bir insan olup kötülüklerden uzak olamak için,

Nefsimizi ıslah edip “insan-ı kamil” olmak için,
tutuyoruz. Ve altını çizerek yazıyorum Aleviler Muharrem ayında, muharrem orucunu tutuyorlar. Peygamberlerin tuttuğu hakiki orucu tutuyorlar. Bütün peygamberlere kurtuluş olan bu kutsal ay ve o kutsal ayın kurtuluş şükranesine tutulan oruç, bizlere de kurtuluş olur şükranesiyle tutuyoruz. Çünkü, Ehlibeytten yana olmak demek kurtuluşa erenlerden olmak demektir. Bu oruç Alevilerin uydurduğu bir oruç değildir.
Peygamberlere kurtuluş olan muharrem ayı, İslam peygamberin torunlarına kan, can, zulüm olur. O kutsal muharrem ayının onuncu günü kerbelada peygamber torunu İmam Hüseyin ve ailesine, sevdiklerine ölüm / şahadet olur. Kurtuluş ayı Ehlibeytin izinden gidenler/ sevenler tarafından mateme dönüştürülüp

“Ah Hasan’ım, vah Hüseyin’im” feryatları / çığlıkları olur. O çığlıklar ki semayı bile ağlatır. Peygamberlere kurtuluş olan ay Ehlibeyte şehadet, gözyaşı ve matem olmuştur. Bu kutsal ay Ehlibeyte sevgi ve muhabbet besleyenler için de kurtuluş olacaktır. Çünkü onlar, Nuh’un gemisi misalidirler. Her kim o gemiye binerse kurtuluşa erenlerden olacaktır. Hz. Peygamber efendimiz buyurmuyor mu! “Benim Ehlibeytim Nuh’un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur, binemeyenler de helak olur” diye.

Aleviler, muharrem orucunu tutarlar ve de İmam Hüseyin’e gözyaşı dökerler, karalar giyip matem tutarlar. O gözyaşları İmam Hüseyin için bir vefa borcudur. O vefa aslın da tüm insanlığın, insan olanların borcudur.

Çünkü, orada insanlığın, insan olmanın, mazlumluğun, iyiliklerin kavgası vardı. O kavganın sembolü de İmam Hüseyin’di. Biz İşte o değerlere ağlıyoruz... İmam Hüseyin’le birlikte yitirilen değerlere ağlıyoruz. Orada ölen, yok olan İmam Hüseyin değil, insanlığın gönlünde lanetlenen zalimlik/ gaddarlıktı. Kim bu değerlere saygı duymaz. Peygamberlere kurtuluş olup şükrane olan muharrem ayı Ehlibeyt’e can ve kan olur. Onun için muharrem ayını, Peygamber efendimizi ve onun Ehlibeytini sevenler muharremi mateme çevirmişler ve diğer bir adı da matem ayı olmuştur. Peygamberimiz “Ben şefaatimi sizlerin, Ehlibeytime davranış şeklinize göre uygulayacağım” diye buyurur. Başka bir hadisinde de, “Herşeyin aslı ve esası vardır, dinin aslı ve esası da Ehlibeyt’tir” ve Kuran’da Şura Suresinin 23. ayetinde Ehlibeyt’in sevgisini inananlara farz kılmıştır. İşte biz o değerlere matem tutar ve Ehlibeyti severiz.

Şu bizim imanımız / Bir imana benzemez.
Anlayanlara manamız çok / Pes gümana benzemez

Mekanımız engindir / Menzilimiz yüce
Ayrı gider göçümüz /Bir kervana benzemez.

Kıblemiz kabe’dir / Yıktığımız nefsimizdir
Tamaşamız, seyranımız / Bir seyrana benzemez.

Namazımız dara durmak / Orucumuz sabretmek
Biz bir oruç tutarız ki / Ramazana benzemez.

Abdestimiz katlanmak / Gusülümüz hem kemerbest
Biz bir zekat veririz ki/ Fitreye benzemez.

Danışmayın ey sofular / Karışmayın bu sohbete
Bu bir kuş dilidir ki / Dil imrana benzemez.

Süleymanlar içinde / Ali’dir Süleyman’ımız
Bizim Süleyman’ımız / Süleymanlara benzemez.

Ey Nesimi sen seni / Bir mani bilir sanırsın
Biz bir deniz geçeriz ki /Bir deryaya benzemez.
Seyyit Nesimi.

MUHARREM ORUCUNUN YASAKLARI

Muharrem orucunun veya muharrem ayının en büyük problemi budur desek yanlış söylememiş oluruz. Çünkü, Alevi İslam anlayışında her şey yerli yerine oturtulamadığı için, merkezi bir otorite oluşturulamadığı için, ister istemez yöresellikler/ farlılıklar olması kaçınılmazdır. Kur'an, “Dini zorlaştırmayın, kolaylaştırın” demesine rağmen muharrem ayı gelince kelimenin tam anlamıyla zorlaştırılması için elden gelen her şey yapılmış veya yaptırılmıştır. O kadar çok yasaklarla karşılaşırsınız ki adete yasaklar bombardımanına tutulursunuz. Birileri bu orucun tutulmaması için her şeyi yapmıştır.
Oysa, Kur’an “Zora sürmek,sıkıştırmak, bunaltmak için indirilmedi”
Oruç, daha önce de belirttiğimiz gibi istek ve aşkla tutulmalıdır. Tüm uydurma merasimler, yapay şartlara bağlanmamalıdır.
Çünkü Alevi İslam inancı şekilciliğin adı değil, özü kabullenmenin adıdır. Muharrem ayın da öz yok edilmiş, şekilcilik ön plana çıkarılmıştır. Domates, patlıcan, soğan, patates, elma, portakal v.s. kesmek yasak. Niçin? Bizim köyde öyle yapıyorlardı. Bu yasakların kaynağı nedir? Diye sorulduğunda da İşte o meçhul dur. Tasavvuf, aklın ve ilmin adı ise o zaman sormak isterim: Bir Alevi memur, tıraş olmadan, banyo yapmadan nasıl işine gidecektir? Bir subay bu şartları yerine getirmeden nasıl görevini yapacaktır? Önünde iki seçenek vardır İşinden istifa edecek veya orucu tutmayacak. Hangisini yapmak istersiniz?
Dün köylerimizde bunu uygulayabilirdik ama şimdi köyde değiliz ki! Diğer bir soruda: On iki gün boyunca su veya sulu gıdalar hiç almadan orucumuza devam edersek, insan vücudunda tahribatlara yol açmaz mı? Amaç, sağlıklı insanı bu koşullarda oruca sürükleyip hasta etmek mi yoksa sağlığını koruyarak mı orucunu tutmalıdır?

Hangisi?
Allah insanlara zulüm etmeyi sevmez. Zulüm nefsimizdendir. Öyleyse vücudumuza zulüm etmeden sağlıklı başlayıp sağlıklı orucumuzu bitirmeliyiz. Aklımızla, ruhumuzla bu orucu yaşamalıyız. Tutulur olabilmesi için bu kadar mesnetsiz yasaklardan kaçınmalıyız.
Öyleyse muharrem ayında neler yapmamalıyız?
Muharrem ayın da eğlence yapılmaz kan akıtılmaz, kurban kesilmez, can incitilmez, düğün, nişan, sünnet ve benzeri eğlenceler yapılmaz. Et yenilmez, su içilmez, eğlence yerlerine gidilmez. Et niçin yenilmez? Kan akıtılmaması için yenilmez. Su içilmemekle de kerbela da Hz. Hüseyin ve sevenlerinin çektikleri sıkıntıları, susuzluğu hissetmektir. Ruhumuzda yaşatmaktır. İmam Hüseyin’in ve diğer Kerbela şehitlerinin çektikleri acıyı ve zulmü beynimiz de, kalbimizde ve yüreğimizde hissetmektir.

Onlar gibi yaşayıp, onlar gibi inanıp, onlar gibi yaşamımızı pak etmeliyiz.
Zalimlerden yana değil, mazlumlardan yana olmanın değerini ve faziletini bilmeliyiz.
Ahlaklı yaşayıp, kul hakkı yemeden, onurlu yaşamanın erdem olduğunu bilmeliyiz. Yarın ulu divana yani onların karşısına alnı açık, yüzü ak olarak çıkmalıyız.

Çünkü Kur’an “İmamlarınızla birlikte sorgu-sual edileceksiniz” diye buyuruyor.
Muharrem orucunu tutmadan, matemini yaşamadan hangi yüzle onlardan şefaat dileyebilirsiniz ki!
Hangi yüzle...

Kısaca, Orucumuzu tutacağız, matemimizi yaşayacağız. Ama On iki gün boyunca yıkanmadan, tıraş olmadan, elbise değiştirmeden değil, bunları yaparak ama matemde olduğumuzu hiç unutmadan tertemizce yaşayacağız. Allah hiç pisliği sever mi?

Sulu gıdalar alarak, su mümkün olduğunca içmeyerek, çayınızı ve diğer içecekleri içerek ama, zevkini yapmadan ihtiyacımız kadar susuzluğumuzu giderip orucumuzu tutacağız ve matemimizi yaşayacağız.

Ulular ulusu yüce Allah sırrı kerbelanın hakkı için oruçlarımızı ve matemimizi kabul eyler inşallah.



Alevi köylerinin ağırlıkta olduğu Yozgat’ın Bahadın Belediyesi’nde seçmen kütükleri silindi.
Yerel seçimler yaklaşırken, Alevi köylerinin ağırlıkta olduğu Yozgat’ın Bahadın Belediyesi’nde de seçmen kütüklerinin silinmesi, AKP’nin Bahadın’ı almak için Alevi bir aday göstermesi tartışmaları ve karşılıklı suçlamaları beraberinde getirdi.

Bahadın Dernekleri Sözcüsü Durak Koçak, Bahadın’ın Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı, beş bin nüfuslu bir belediye olduğunu ve Alevilerin ikamet ettiğini bildirdi. 1968 yılından beri belediye olan Bahadın’ın yerli halkının büyük çoğunluğunun Ankara ve Almanya’da yaşadığını, ancak ‘köy’leriyle ilişkilerini dernekleri vasıtasıyla sürdürdüklerini dile getiren Koçak, 2004 yılında yerel seçimleri ÖDP’nin adayının kazandığını, o tarihten itibaren de Yozgat ve Sorgun’da AKP’lilerin, “Bahadın’da AKP bayrağı dalgalanacak” sözü verdiklerini anlattı. Öncelikle çevredeki özellikle Sünni köylerin Bahadın’a mahalle yapılmasının sağlandığını, ancak bunun 2004’te seçim kazanmaya yetmediğini vurgulayan Koçak, “Bu nedenle 2007 genel seçimlerinde Bahadın nüfusuna kayıtlı seçmenlerin oy kullanmasına engel oldular. Seçmen listelerinde ‘kaydı donduruldu’ ibareleri yer aldı. İtirazlar edildi, 2009 yerel seçimleri için çıkan listeye göre AKP’nin Bahadın’da kazanma şansı hiç yok” dedi.

1096 seçmen kayıp!

Bunu gören AKP’nin harekete geçtiğini ve listelerin yeniden hazırlandığını, 1096 seçmenin kaydının silindiğini ifade eden Koçak, “Halk üzerinde baskı kurmak için jandarma gelip Bahadın’a karargah kuruyor, adına ‘yerinde tespit’ diyorlar. AKP yandaşları oturup seçmen belirliyorlar. Bu bizden kalsın, bu bizden değil silinsin” diye konuştu.
Seçmen kütüklerinden 1096 seçmenin, İlçe Seçim Kurulu’nun reddetmesine ve “listeler aynen kalacak” kararına rağmen kütükten silindiğini belirten Koçak, Sorgun kaymakamının, ‘idari yetkimi kullandım’ dediğini de iddia etti.

Sorgun Kaymakamı Ertuğrul Kılıç ise suçlamalarını kabul etmeyerek, “Benim bu konuda takdir yetkim olamaz” savunmasını yaptı. Seçmen listelerine sürekli itirazların geldiğini belirten Kılıç, bir yıldır Sorgun’da görev yaptığını, Bahadın’ın Alevi vatandaşların ağırlıkta olduğu bir belde olduğunu ama son dönemde 3-4 Sünni köyün de Bahadın’a mahalle olarak bağlandığını anlatarak, “Sıkıntı biraz da buradan geliyor” dedi.

AKP’nin belediyeyi almak için el attığı Bahadın’da şimdi üç ayrı başkan adayının yarışması bekleniyor. AKP, DSP’den eski belediye başkanı olup, şimdi CHP’ye geçtiği ileri sürülen, Alevi kökenli Güneş Akçay’ı aday gösterirken, halen belediye başkanlığını yürüten ÖDP’li Şimşek Türken de CHP’ye geçerek, yeniden aday oldu. CHP dışında kalan sol ve sosyal demokrat kesimlerin ise Dilaver Özcan’ın aday olmasında birleştiği konuşuluyor.

Haber: Evrensel


Sünni ekollerin ihtilafları sadece ibadetler konusunda değildir. İnanca ilişkin kimi konularda da derin görüş ayrılıkları mevcuttur.
Fıkhi ve ameli açıdan dörde ayrılan ( Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli ) Sünnilik, itikadi açıdan da iki ana ekole ayrılmaktadır.

İtikadi anlamda Sünni ekoller Maturdilik ve Eş’arilik’tir.

Matüridî ile Eş’ari mezhepleri arasındaki başlıca fikir ayrılıkları şunlardır:

İnsanın İradesi / Cüz’i İrade:


Eş’arilere göre cüz’i iradeyi Allah yaratır. Matüridîlere göre ise cüz’i iradeyi Allah yaratmaz. Bu yaklaşım Eş’arilerin cebri çizgiye kaydıklarını gösteriyor.

İyi ve Kötü / Hüsün ve Kubuh:


Eş’arilere göre hüsün ve kubuh, yani bir şeyin iyi veya kötü olduğu aklen bilinemez. Hüsün ve kubuh, Allah’ın emir ve nehiyleriyle bilinir. Allah bir şeyi emrettiyse o şey iyidir. Allah bir şeyi yasak etti ise o şey kötüdür.
Matüridîlere göre ise hüsün ve kubuh akıl ile idrak olunur. Emir ve nehiy bir şeyin iyi veya kötü olduğuna delalet eder. Herhangi bir şey iyi ise Allah onu emretmiştir. Kötü ise Allah onu yasak etmiştir. Matüridilerin akla önem verdiklerinin göstergelerinden biri olan bu yaklaşım gerçekten dikkat çekicidir.

Allah’ı Tanıma:


Eş’ariler, Allah’ı tanımanın şer’an vacip olduğunu söylerler. Matüridîler ise Allah’ı tanımanın aklen vacip olduğu fikrindedirler. Bu konuda Eş’ari anlayış kendisine herhangi bir uyarıcı / peygamber vs. gelmeyen bir kişinin aklıyla Allah’ı tanımasının ve ona iman etmesinin zaruri olmadığını belirtir. Maturidiler ise kendisine peygamber / uyarıcı ulaşmayan kişilerin de akıl yoluyla Tanrı’yı tanımakla yükümlü olduklarını ileri sürerler.

Tekvin:


Eş’ariler tekvini itibarî bir sıfat olarak kabul ederler. Hakikî sıfat olarak kabul etmezler. Matüridîler ise tekvinin, kudret ve irade gibi hakiki bir sıfat olduğunu söylerler.

Kula Gücü Yetmeyecek Şeyleri Yükleme:


Eş’arilere göre Tanrı’nın kula gücünün yetmeyeceği şeyleri yüklemesi caizdir. Sözgelimi, cisimleri yaratmak gibi. Matüridîlere göre ise Allah’ın kulunu gücü yetmeyeceği şeylerle yükümlü kılması caiz değildir.

İlliyet ve Hikmet:


Eş’ariler, “Allah’ın fiilleri için neden aranamaz” derler. Onun fiilleri hikmet ile bağlı da değildir. Çünkü Allah yaptığından sorumlu değildir. Sorumlu olan kullardır.
Matüridîlere göre Allah abesten / boş işten münezzehtir. Allah’ın fiilleri hikmeti gereği meydana gelir. Çünkü Allah Hakîm / hikmet sahibidir, Alîm / bilicidir. Allah tekvini / yaratılışa ilişkin fiilerinde ve teklifî / yükümlülüğe dair hükümlerinde hikmetini gösterdi ve irade etti. Hasılı Allah’ın fiileri hikmeti ile bağlıdır ve fiiller bir sebebe bağlıdır. Bu, Allah’ın abesle meşgul olmamasının gereğidir. Allah yaptıklarından sorumlu değildir.

Ezelde Ma’duma Hitap:


Eşariliğe göre ma’duma ezelde ilahî hitap taalluk eder. Buna göre Allah ezelde Mükellim’dir. Matüridîlğe göre ise Allah ezelde Mükellim değildir. Çünkü ma’duma ezelde ilahi hitap taalluk etmez.

Nübüvvet İçin Cinsiyet:


Eş’arilere göre nübüvvet / peygamberlik için erkeklik şart değildir, kadınlar da peygamber / nebi olabilirler. Nitekim Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Havva ve Hz. Musa’nın annesi nebidirler. Matüridîlere göre ise nübüvvetin şartlarından birisi erkek olmaktır. Kadınlar nebi olamazlar.

İbadetin İfası:


Eş’ariler müslüman olmayanların da ibadetle yükümlü olduğu görüşündedirler. Onlara göre gayri müslimler bu nedenle de ceza görürler. Matüridîler ise, müslüman olmayanların ibadeti ifa ile yükümlü almadıkları görüşündedirler. Onlar küfürden / kafirliklerinden dolayı ceza görürler ve fakat ibadeti ifa etmedikleri için cezaya çarptırılmazlar.


Dinden Dönme / İrtidat:

Eş’arilerce mürted yeniden imana dönerse amelleri de avdet eder. Matüridîlere göre ise mürted imana dönse de amelleri avdet etmez. Yani Eş’ari anlayışta bir kimse dinden dönüp tekrar imana geldiğinde önceki ibadetleri de geçerlidir. Oysa Maturidiler bunu kabul etmezler. Kişi imana dönse bile ibadetleri dönmez.

Korku ve Umutsuzlukla Yapılan Tevbe / Tevbe-i ye’s:


Eş’arilerce tevbe-i ye’s makbüldür. Maturilere göre ise makbul değildir.

Kur’ân:
Eş’arilerce Kur’ân’ın bazı âyetleri, bazılarından büyüktür. Matüridîlere göre ise, büyük
olamaz.


Sünni ekoller inanç konusunda bile ittifak halinde değillerdir. Buna karşın yine de Alevi toplulukların kendi aralarındaki kimi farklılıklarını temel alarak “ Hangi Alevilik ? “ söylemiyle Aleviliğin homojen bir inançsal kimlik olmadığı yönünde bir propagandanın failliğini yüklenen Ortodoks / Sünni çevreler bulunmaktadır.

Oysa şurası bir gerçek ki Aleviler arasında Sünni inançta olmadığı kadar inançsal ve seremonik bir birliktelik vardır. “ Tek Bir Alevilik Vardır “ başlıklı çalışmamızda da ortaya koyduğumuz üzere Aleviliğin inançsal ve seremonik bütünlüğünün ana omurgasını oluşturan unsurlar olması bakımından aşağıdaki tümceleri tekraren sunmayı yararlı görüyoruz

Alevilerin ibadeti cemdir. Namaz değil !

Alevilerin orucu Muharem’dir. Ramazan değil !

Alevilerin ibadet yeri cem evleridir. Camiler değil !

Alevilerin inanç önderleri dedeler ve babalardır. Mollalar değil !

Alevilere göre okunacak en büyük kitap insandır !

Alevilere göre insan, Konuşan Kur’an’dır !

Alevilere göre bağlama TELLİ KUR’AN’DIR !

Alevilere göre devriye ve tenasüh haktır !

Alevilere göre semah, Hazreti Muhammed’in müminlere armağan ettiği bir ibadettir.

Alevilere göre Hazreti Muhammed nebi, Hazreti Ali velidir.

Alevilere göre Hazreti İmam Ali tanrısal bir kimliğe sahiptir.

Aleviler taştan bir binaya değil insana secde ederler.

Tüm bunlara karşın yine de büyük bir alçak gönüllülük örneği olarak Alevilerce ifade edildiği üzere “ Yol bir, sürek bin birdir. “

Sünni inanç arasında çıkan yeni ekolleşmeler gün geçtikçe artmaktadır. Bunlardan biri de Vahhabilik akımıdır. Vahhabiler kendilerini Hanbeli olarak görseler de radikal yorum ve tutumları nedeniyle İslam dünyasındaki en aykırı dinsel akımlardan biri durumundadırlar. Vahhabilik yer yer koyu bir Arap milliyetçiliği düşüncesiyle yoğrularak Araplığa dair pek çok unsuru da İslam’a dahil kabul edebilmektedir.

Bugün dünyadaki İslam radikalizminin en büyük temsilcisi olan “ El kaide “ örgütü ve bu örgütle aynı doğrultuda olan “ Taliban “ adlı hareket Vahhabi çizgidedir. Türk ülkelerinden Özbekistan’da oldukça etkiye sahip “ Hizb-ut’ tahrir “ adlı örgüt de yöntem olarak farklılaşsa da aynı dinsel anlayışa sahiptir.

İlk bakışta fıkhi / ameli veya itikadi bir akım gibi görülmeyen pek çok siyasal İslamcı akım da aslında yeni ekolleşmelerin / mezhepleşmelerin temelini teşkil etmektedir. Her yeni akım yeni bir dinsel anlayış geliştirmekte ve bu anlayışlar zamanla mezhep haline gelebilme potansiyelini taşımaktadır. Bu bağlamda Mısır ve Suriye’de etkili olan “ İhvan – ı Müslimin ” ile Pakistan, Afganistan ve Hindistan gibi ülkelerde destek bulan “ Tebliğ Cemaati “ adlı yapılanmaları zikretmek yerinde olacaktır.

Sünni dinsel anlayış, Türkiye’de de geleneksel ameli / fıkhi ve itikadi mezheplerin dışında yeni ekolleşmelere sahne olmaktadır. Bu ekolleşmeler de git gide mezhepsel bir kimlik kazanma noktasına doğru ilerlemektedir.

Söze konu ekolleşmelerde ( cemaat ve tarikatlar ) yer yer farklı ibadet biçimlerine rastlanmaktadır. Namazlarda çok küçük de olsa kimi farklı şekiller uygulanmakta ve farklı dualar okunmaktadır. Namazların dışında her cemaat ve tarikatın kendine özgü ayrı ibadetleri de vardır. Bu da Sünnilikteki ekolleşme ve bölünmenin artmakta ve Sünniliğin hızla çeşitlenmekte olduğunu göstermektedir.

Türkiye’deki pek çok Sünni cemaat mensubu kendi camisi dışında başka bir camide başka bir cemaate mensup imamın ardında namaz kılmamayı tercih etmektedir. Cemaatler birbirlerine ve birbirlerinin liderlerine karşı kuşkular duymaktadırlar.

Sözgelimi Süleymancılar olarak bilinen topluluk / cemaat, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından atanan imamların ardında namaz kılmayı reddetmektedir. İmam Hatip Liseleri mezunlarının imamlığını geçerli görmemektedir.

Yine Fethullah Gülen hareketinin diğer “nurcu“ akımlar tarafından pek de hoş karşılanmadığı bilinmekte hatta Haydar Baş önderliğindeki Kadiri çizgideki tarikat, Fethullah Gülen’i, gizli Hristiyan olarak niteleyip Gülen hareketi tarafından kotarılan “dinler arası diyalog” söylemini Türkiye’nin Hristiyanlaştırılması operasyonu biçiminde telakki etmektedir.

Tüm bunlar ortadayken Alevileri Sünniliğe çağırmakta olanlara sormak gerekir:

Aleviler hangi Sünniliğe itibar etsinler ? Sünnilik denilen yekpare bir dinsel anlayış mevcut mudur ki ona itibar edilsin ?

Alevi olup da Sünniliğe meyledenler varsa onlara da şunu soralım:

Kendi aralarında bile bu denli çelişkilere sahip olan Sünni akımların hangisini tercih edeceksiniz de hidayete ereceksiniz ? Diyelim ki birini tercih ettiniz, yine de dalaletten kurtulmuş olmayacaksınız. Zira öbür Sünni ekoller kendilerinden olmadığınız için sizi yine sapkın, fasık yahut günahkar olarak görmeye devam edeceklerdir.

O halde biliniz ki yol, Hak Muhammed Ali yoludur…

Yol, Baba Resul, İlyas ve İshak Babaların yoludur.

Yol, Hacı Bektaş –ı Velilerin, Şeyh Bedrettinlerin, Pir Sultanların yoludur.

Yol, Sarı Saltukların, Otman Babaların, Nesimilerin, Fuzulilerin yoludur.

Yol, büyük Türkmen başbuğu Şah İsmail Hatai hazretlerinin KIZILBAŞLIK yoludur !

Ve her türlü kuşkudan sıyrılarak Hazreti İmam Ali’miz gibi diyelim ki

Yol cümleden uludur !

CEM HABERDEN ALINMISTIR

www.HABERCEM.com

MUSTAFA  CEMIL KILIC
CEM HABER





İlhan Selçuk, Alevi-Bektaşi anlayışının mizah ürünlerini örnekler vererek anlattı.
Siyasal iktidara lök gibi oturan Nakşibendilerin en meşhuru Fethullah Gülen...

Peki, soyadı ‘Gülen’ olan Feto’nun siz hiç güldüğünü gördünüz mü?..

Gülmek, gülümsemek, mizah, espri, nükte Bektaşilikte ne kadar içleniyorsa Nakşilikte o ölçüde dışlanıyor...

Dincilik egemenleştikçe ortalık o oranda kararıyor...

*

Alevi-Bektaşi mizahı Enelhak felsefesine dayandığından dünyada bir eşine rastlanmayan esprilerle haşır neşir bir gülmeceyi yaratmıştır...

Ne Batı’da ne Doğu’da böylesine bir mizaha rastlamak olanağı var...

1.5 milyar nüfuslu İslam dünyasında tek laik ülkenin Türkiye olması rastlantı değil...

Tarihsel mirasın Atatürk devrimiyle Aydınlanma’ya dönüşmesi Enelhak felsefesi sayesinde doğal karşılandı...

Enelhak mizahı, insan ruhunun aklın imbiğinden geçerek zekâyla türetilmesinden oluşuyor...

*

Bektaşi Babası’na sormuşlar:

- Allah var mı?..

Baba Erenler:

- Elbette var, demiş, seksen yıldır boğuşuyoruz, hep O’nun dediği oluyor...

*

Bektaşi bir yoksul köyden geçiyormuş, görmüş ki insanlar aç çıplak, güttükleri koyunlar kürklü tüylü...

Başını yukarıya doğru kaldırıp ellerini açmış:

- Bre Allahım, demiş, koyunların yerine şu çıplakları giydirseydin ya...

*

Bektaşi borçlanmış, çaresiz kalınca camiye gitmiş...

- Bana bak, demiş, ilk kez evine geliyorum, borcumu ödeyecek kadar para ver, bir daha uğramam bu çevremdekiler gibi günde beş kez gelip seni taciz etmem...

*

Bektaşi’ye sormuşlar:

- Dünya neden böyle inişli yokuşlu, taşlı sarplı, kayalı uçurumlu...

Bektaşi:

- Ulan, demiş, altı günde yaratılan dünya işte bu kadar olur...

*

Avcı Sultan Mehmet bir gün ava çıkarken yolda Bektaşi’ye rastlamış ama, o gün şansı yaver gitmemiş, hiçbir şey vuramayınca öfkelenmiş akşama döndüğünde burnundan soluyarak:

- Uğursuzluk Bektaşi’de, demiş, yakalayıp kellesini vurun...

Bektaşi’yi yakalayıp huzura çıkarmışlar, icabına bakacaklar...

Bektaşi, Sultan Mehmet’e demiş ki:

- Padişahım, sen beni gördüğün için bir keklik bile vuramadın, ben seni gördüğüm için kellem gidiyor söyle bakalım uğursuzluk hangimizde?.. Sende mi, bende mi?..

Padişah gülüp Bektaşi’yi bağışlamış...

*

Bir mecliste Kuran’dan söz açılmış, kelâmullahın (Allah’ın sözü) güzelliği övülüyormuş, içlerinden biri demiş ki:

- Kelâmullah bu kadar güzeldir de acaba hattullah (Allah’ın yazısı) nasıldır?..

Toplantıda bulunan Bektaşi soruyu yanıtlamış:

- Çok kötüdür..

Merak etmişler:

- Baba Efendi nereden bildin?..

Bektaşi:

- Alnımın kara yazısından...

*

Çeşitli tarikatlardan müritler konuşuyorlarmış:

Mevlevi:

- Bizim şeyhimiz Mevlana güneş gibidir...

Nakşi:

- Bizimki nur gibidir...

Rufai:

- Bizimki yıldız gibidir...

Kadiri:

- Bizimki ay gibidir...

Bektaşi susuyormuş, merak etmişler:

- Ya sizinki Erenler?..

Baba Erenler bakmış ki olmayacak...

- Vallahi, demiş, bizimki de bulut gibidir

Haber: Cumhuriyet


Güney Koreli ev hanımı Youtube'de semahı gördü Bektaşi oldu.
Alevi-Bektaşi inancı yabancıların da ilgisini çekiyor. Kitle iletişim araçlarıyla Alevilerin cem ayini ve semah törenine tanık olan yabancılar, ülkelerinden inanç turları düzenleyerek Bektaşiliğin merkezi Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesine geliyor. Bektaşiliğe en fazla ilgiyi gösteren topluluk İsrailliler. Kendilerini "Yahudi Alevi" olarak tanımlayan gruplar İsrail'den gelerek Hacıbektaş'ta semah dönüp Alevi dedesinden ders alıyor. Bunun yanında Güney Kore, Japonya, Kolombiya, Hindistan, Yunanistan gibi ülkelerden de gelenler var. Yabancı Aleviler ilçede en fazla Ulusoylar Dergahı'nı ziyaret ediyor.

Hacıbektaş'ın yabancı ziyaretçilerinden birisi kendisinde Türk ismi de bulan Güney Koreli Canan Kim.
Alevi-Bektaşi inancının varlığıyla tanışan ev hanımı Canan Kim, 6 ve 9 yaşlarındaki iki çocuğuyla başkent Seul'den Hacıbektaş'a uzanan yolculuklarının hikayesini şöyle anlattı:

"İnternette sanal gezinti yaparken, video paylaşım sitesi Youtube'de rastgele Semah törenini izledim. Çok etkilendim. Bunun ardından Türkiye'ye gelmeye karar verdim. İlk kez 2 yıl önce geldim. Ziyaretimde
Alevi-Bektaşi yolunu tanıdım. Semah beni heyecanlandırıyor. Kalbimi açıyor. Sonraki yıllar inşallah geleceğim. Hacıbektaş'ın yanında Türkiye'nin farklı bölgelerine de gitmeyi planlıyorum."

Hacıbektaş'ın en yoğun yabancı ziyaretçileri İsrailli
Aleviler. Kendilerini "Yahudi Alevi" olarak tanımlayan bu insanlar, Bektaşiliğe, Museviliğin İSİS inancıyla çok büyük benzerlikleri nedeniyle ilgi gösteriyor. İsrail'de inançlarını özgürce yaşayamadıklarını öne süren Yahudi Aleviler, İsrail'den Hacıbektaş'a yılda 6'ya yakın inanç turu düzenliyor, semah dönüp Alevi dedesinden ders alıyor.

Yabancı
Alevilerin, Hacıbektaş'ta en fazla ziyaret ettikleri ibadethanelerin başında Ulusoylar Dergahı geliyor. Ulusoylar Dergahı'nın dedesi Mehmet Münir Ulusoy, Alevi inancı gereği 1964 yılında oluşturdukları ibadethanelerinde kapılarının herkese açık olduğunu belirtti.

Hacı Bektaş-ı Veli'nin öğretilerinin evrenselliğine dikkati çeken Ulusoy, 'Haktan alıp halka verme' felsefesini benimseyen
Alevi-Bektaşi inancını öğrenmek için dünyanın farklı bölgelerinden Hacıbektaş ilçesine insanların geldiğini ifade etti. Bu yıl gerçekleştirilen Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri sırasında İsrail, Güney Kore, Kolombiya'dan ziyaretçileri ağırladıklarını belirten Alevi Dedesi, "Hacı Bektaş-ı Veli'nin öğretileri tüm insanlığı kapsayan bir yapıya sahiptir. Bu nedenle bu öğretileri bir kez gören insan kendinden bir parça bulur. Dünyanın farklı ülkelerinde tesadüfen veya çeşitli yollarla bu öğretilerle tanışan insanlar Hacıbektaş'a geliyor. Özellikle İlkbahar ve Yaz aylarında Kapadokya'ya gelen turistlerin yarısı Hacıbektaş'ı ziyaret ediyor. Her şey, bütün kainat, insanlar kardeştir. Bizim zihniyetimiz bütün hudutları ortadan kaldırmaktır. Bu bağlamda farklı ülkelerden aynı inanca sahip insanları bir mekanda buluşması kadar daha doğal bir şey olamaz. Biz bu dergahı 1964 yılında oluşturduk. O günden buyana her geçen gün yurtdışından ziyaretçi sayımız artıyor" diye konuştu.

Devletten maaş alan dede bizden değildir GÜNCEL

Devletten maaş alan dede bizden değildir
 
 Yazı Boyutu

 Tarih : 30.11.2008 09:45:44  


Alevi Dedeleri Hükümetin Alevi açılımını değerlendirmek için Ankara da toplandı. Dedeler hükümetin Alevilerin iç işlerine karışmamasını istedi

 


Alevi Kültür Dernekleri (ADV) ile Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) tarafından, kamuoyunda "Alevi açılımı" olarak nitelenen konuların değerlendirilmesi amacıyla düzenlenen "Alevi Dedeleri İstişare Toplantısı" yapıldı.
Hacı Bektaşi Veli Dergahı Postnişi Veli Ulusoy, HBVAKV Genel Merkezi’ndeki toplantıda yaptığı konuşmada, 9 Kasımda Ankara’da düzenlenen mitingin ardından gündemin değiştiğini, "haklı ve masum isteklerinin" kamuoyunda tartışılmaya başlandığını söyledi.
"Gönül isterdi ki Alevi açılımını Hükümet kendi isteğiyle yapsın" diyen Ulusoy, isteklerinin Anayasa ile çelişmediğini, aksine Anayasa’ya dayandığını ifade etti. Devletin dini olmayacağını belirten Ulusoy, laiklikten söz edilebilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması gerektiğini savundu. Ulusoy, şöyle konuştu:
"Laikliği benimseyen toplumumuzda Diyanet İşleri Başkanlığı bulunduğu sürece, tüm milletvekilleri laikliği koruyacakları adına şerefleri üzerine yemin etseler de Anayasa’nın tüm maddelerinde laiklik yazılı olsa da bu inandırıcı olmaz. Devlet hiçbir inanca karışmasın, maddi manevi hiçbir destek sağlamasın, tüm inançlara aynı uzaklıkta olsun. Nasıl başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı yanlışsa Alevilerin temsil edileceği bir genel müdürlük de yanlıştır."
Alevi dedelere maaş bağlanması fikrini de doğru bulmadığını ifade eden Ulusoy, devletten maaş alan dedelerin Alevi toplumu tarafından hiçbir zaman kabul edilmeyeceğini belirtti. Böyle bir düşünce söz konusuysa bunun "devletin kendi Aleviliğini yaratma amacı taşıdığı" anlamına geleceğini öne süren Ulusoy, "Devletten maaş alan dede bizim dedemiz olamaz, maaş aldığı yerin dedesidir. Bu, Aleviliği öldürme anlamı taşıyor" dedi.
Abdal Musa Dergahı Postnişi Hüseyin Eriç ise Alevilerin hakça paylaşım istediklerini belirtti. Türkiye’de farklı inançlardan insanlar yaşadığına dikkati çeken Eriç, huzur, birlik ve beraberlik adına tüm inanç sahiplerine haklarının verilmesi gerektiğini söyledi.
Dedelere maaş bağlanarak Alevi açılımının yapılamayacağını ifade eden Eriç, "önce Alevilerin kimliği tanınmalı ve cemevleri yasal statüye kavuşmalı. Biz para, maaş istemiyoruz. Yüzyıllardır nasıl kendi yağımızla kavrulduysak bundan sonra da aynı şekilde inancımızı devam ettiririz" diye konuştu.

"İÇİŞLERİMİZE KARIŞILMASINI İSTEMİYORUZ"
HBVAKV Başkanı Ercan Geçmez, bir toplumun din ve inançlarıyla ilgili ihtiyaçlarının kendileri tarafından karşılanması gerektiğini belirterek, Alevi toplumu olarak hiçbir inanca karışmadıklarını, kendi içişlerine karışılmasını da istemediklerini belirtti.
Yurttaşların kendilerini tarif ettikleri biçime siyasilerin saygı göstermesini beklediklerini dile getiren Geçmez, diyaloğa açık, sorunların demokrasi içinde çözülmesinden yana olduklarını kaydetti.
Aleviler arasındaki birliği sağlamak için Alevi Dedeleri İstişare Toplantısı’nı diğer illerde de gerçekleştireceklerini anlatan Geçmez, Alevi dedelerinin 6 Aralıkta İstanbul’da, 7 Aralıkta ise Mersin’de bir araya geleceklerini bildirdi.
AKD Genel Başkanı Tekin Özdil de Alevilerin tarih boyunca hümanist, kucaklayıcı, insanı merkeze alan ve haksızlığa boyun eğmeyen bir anlayışa sahip olduklarını söyledi. Alevilerin uzun yıllar bir takım sıkıntılarla karşılaştıklarını, Cumhuriyet’in kendilerine bir rahatlama getireceğine inandıklarını ifade eden Özdil, "Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana 84 yıl geçti, ama Alevilerin bir tek sorunu çözülmedi" dedi.
Alevilerin hiçbir zaman şiddete başvurmadığını, taleplerini demokratik yollardan, hukuk çerçevesi içinde dile getirdiklerini belirten Özdil, Türkiye’deki her vatandaşın Anayasa karşısında eşit yurttaşlar olarak değerlendirilmesini talep ettiklerini söyledi.
Kendileriyle ilgili düzenlemelerde, mutlaka Alevilerin görüşünün alınması gerektiğini ifade eden Özdil, "Sanıyorum Hükümet, Madımak’ı muharrem ayında çiçekçi ya da kütüphane olarak açmayı düşünüyor. Ancak bizim Madımak ile ilgili talebimiz bu değil. Biz oranın müze yapılmasını, devlet tarafından müze yapılmasını istiyoruz. Böylece 8 saat boyunca insanlar yanarken hiçbir şey yapmayan devlet ayıbını bu şekilde örtebilir" diye konuştu.
Alevi dedelere maaş bağlanması konusunda da "kaç dedeye, hangi kritere göre, nasıl maaş verileceği" yönünde soru işaretleri olduğunu belirten Özdil, "Bu girişimin, Alevi inancının içine konulan bir bomba olduğunu düşünüyorum" dedi.

"DİYANET’E AYRILAN PARA MİLLİ EĞİTİME AKTARILSIN"
Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinden gelen Alevi dedesi Hasan Simiroğlu da dedelere maaş verilmesinin, "Alevileri Sünnileştirmek anlamına geleceğini" öne sürdü. Genel bütçeden Diyanet İşleri Başkanlığına pay aktarılmasını da eleştiren Simiroğlu, Diyanet’e ayrılan paranın Milli Eğitim Bakanlığına aktarılmasını istedi.
Alevi dedesi Elvan Çeler ise Alevilere yönelik açılım yapılmak isteniyorsa, var olan dernek ve vakıflara para aktırılması gerektiğini söyledi. Çeler, Alevi örgütlerinin gerek gördükleri zaman dedelere maaş verebileceğini kaydetti.
Din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde Alevilik konusunda bilgilere yer verilmesini de doğru bulmadığını dile getiren Çeler, "Bizim dedelerimiz, önderlerimiz var, inançlarımızla ilgili bilgileri onlardan alırız. Kimsenin bize ders vermeye gücü yetmez" diye konuştu.
Erzurum’dan toplantıya katılan Alevi dedesi Veysel Karababa ise tek isteklerinin Anayasal haklara kavuşmak olduğunu ifade etti.




PİR SULTAN ABDALIN KÜRT OLDUGUNU İDDA EDENLER NE YAPMAYA CALIŞIYORLAR ?(YORUMLARINIZA ACIKTIR CANLAR)





Dönekler dönmeyenleri ezerken…

Mine G. Kırıkkanat

Aleviler Ankara?ya yürüdü. Sıhhiye Meydanı?nı dolduran yüz bin Alevi, alana giremeyen on binlerce ?can? eşliğindeydi.

              
Son zamanlarda Alevilik tartışmalarının boyutları genişlemeye başladı. Alevilik konusunun derinlemesine tartışılması bilimsel açıdan sevindirici olmakla birlikte, son zamanlardaki bazı tartışmalar tatsızlaşmaya doğru gitmektedir.Örneğin: ” Alevilik zerdüştleşiyor, Arap Aliliği, Güneş Aliliği, Dedelik tartışmaları ve buna benzer tartışmalar başlamış durumdadır.

?Alevi Bektaşi Federasyonu önderliğinde, zorunlu din derslerinin kaldırılmasını, Diyanet İşleri?nin kapatılmasını ve Madımak?ın müze olmasını talep ettiler? diye yazdı gazeteler, gösterdi televizyonlar.

1980?den beri, Alevi çocuklara Sünnilik zorla öğretiliyor bu devletin okullarında. Ermeni, Rum ve Yahudi öğrenciler bir süre önce sıyırdı yakayı bu insan hakları ihlalinden, Aleviler ?bizdensiniz?e kurban gitti, cebren Sünni Diyanet İşleri?nin baskısı altında tutuluyorlar.

Sivas?taki uğursuz katliam mekânı Madımak Oteli?nde, bırakın Alevilerden bir özür, ölenlere saygı makamında müze yapılmak, katliam yangınını övercesine ?kebapçı? açıldı!

Zaten Türkiye?deki tarih, insanlık ve ahlak yozlaşmasının ayıplı hukuku da Madımak katliamının ?bulunamayan? sanıklarını zaman aşımından kurtarmaya hazırlanıyor!

Aleviler, bin yıldır yaşadıkları (ve zaten fethettikleri) bu topraklarda, kul değil yurttaş oldukları için mi, yoksa Atatürkçü ve laik oldukları için mi ?parya? muamelesi görüyor?

 

***

 

Alevilik, Türkçe dilini ve Şaman geleneğini yadsımadan İslamiyeti kabul eden Türklerdir. Başka bir deyişle, bunca yıldır cahil mi cahil, dolayısıyla güdük ırkçı, çapsız faşist, ayrımcı, kadın düşmanı gericilerin ve dincilerin elbette ki yanlış yerde aradıkları gerçek Türk İslam sentezi, Aleviliktir.

Aleviler, İslamiyet?e Türklüğünü vermeyen, İslamiyet?i Türkleştiren ve zaten Türkçeleştiren, geldiği geleneklerle vardığı görenekleri birleştirip köklerinden kopmadan devinime uğrayan Anadolu fatihleridir!

Aleviler, Türk kimliğini ve dilini, İslamiyet köprüsünden ?Araplaştırmadan? geçirmeyi başaran toplumdur.

Anadolu?nun Türk boyları denilen göçerler tarafından fethi, tarihte uzun bir zaman dilimine yayılır. Selçuklu?dan Osmanlı egemenliğinin ortalarına kadar, Anadolu?da pek çok dinden önemli nüfus toplulukları vardır ve Yavuz Selim?e kadar fethedilen topraklardaki Türk tebaa, büyük ölçüde Alevi Türkmenlerdir.

Öğrenmeyen çok, gizleyen resmi tarih, ama bilen de var ve ilk söyleyen ben değilim: Osmanlı devletinin resmi dini, Hicaz?ın fethine kadar Alevi Bektaşilik?ti. Osmanlı İmparatorluğu?nun askeri gücü yeniçeri ordusunun Bektaşi Ocağı olması, herhalde rastlantı değildir!

Yavuz Selim, kendi saltanatından çok Tebriz?de Batıni Türklerinin kurduğu Safavi devleti ve bugün Alevilerin yedi ulusundan biri sayılan Şah İsmail?e karşı kazandığı Çaldıran Savaşı?ndan öteye, Anadolu?da Alevi kıyımı başlatmış ve bu kıyımın gerek artçı katliamları, gerekse kültürel baskısı bugün de sürmektedir.

Alevi kıyımı, öylesine hunhar ve uzun bir tarih sürecine yayılmıştır ki, bugünün terminolojisindeki karşılığı ?soykırım? olmalıdır.

Yavuz Selim, soykırım sürerken Osmanlı?nın Alevi Bektaşiliği olan devlet dinini de 1517?den öteye Sünni olarak değiştirmiştir. Anadolu halkı, fermanla, tehditle, zorbalık kullanarak Sünnileştirilmiştir.

Başka bir deyişle Aleviler, dilinden de dininden de devlet sopasıyla dönmeyen, gerçek Türklerdir.

Bunun için Atatürkçüdürler. Ve Türkiye Cumhuriyeti de aradığı Türkçeyi ve Türklük kavramını, onların yaşattığı değerlerde, onların yitirmediği kültürde bulmuştur!

1519?da başlayan Celali İsyanları, Alevi Türklerin, sadece Osmanlı?ya karşı değil, Araplaşan Osmanlı?ya, dilini Arapça, Farsça karışımı bir çorbaya çeviren ?döneklere? karşı isyanlarıdır.

 

***

 

Yüz bin camiye karşı sayısı bini bulmayan Cemevlerini ibadethane saymayan ?sünni devlet? zihniyetinin arkasında işte bu tarih var.

1517?ten beri dönekler, dönmeyenlere zulmediyorlar hâlâ!

Sorun, Araplaşan Türklerle, Türklüğünü koruyan Aleviler arasında.

Sorun, Türkçeleştirilen İslamiyet?le, Arap İslamiyetine biat edenler arasında.

 

Geçenlerde biriyle konuştuğumda söyledikleri: ” Biz, Hacı Bektaş Aleviliğini değil, Pirsultan Aleviliğini tutuyoruz”, ” Hacı Bektaş devletçiydi”, Pirsultan ise haksızlıklara karşı bir direnişçiydi”, ”Biz, Pirsultanın türklere karşı(burada Osmanlıyı ima ediyor), kürt ezilenlerinin yanında yer aldığını ve Osmanlıya karşı ayaklanmasını destekliyoruz, ve Pirsultanın kürtlük yanını destekliyor ve tutuyoruz, Aleviliğin bu yanını tutuyoruz, yoksa Hacı Bektaşın Aleviliğini değil”, diyor.

Yani buradan ne sonuç çıkıyor?

Pirsultan türk değil, bir kürt direnişçisi, değil mi?

Bunu söyleyen de örgütçüler…

Pes, doğrusu!!!

Kürt aşiretlerinin, Osmanlılar tarafından 15ci yüzyılda anadoluya Suriye taraflarından alevilere karşı tampon göreviyle yerleştirildikleri, ve anadolu alevilerinin, Osmanlıyla birlikte işbirliği yaparak katledilmelerine yardımcı oldukları tezini savunan tarihçileri dikkate almak gerek.

Daha sonra anadolu alevilerinin zaman içerisinde kürtlerle kaynaşması bu olasılığı çürütmez, tarih bunu gerektirmiştir toplumsal gelişim açısından. Aşiretler zamanla zayıflamaya başlayınca, bu aşiretlerdeki yoksullaşma ve ağalarının baskılı yönetimleri sonucudur bu. Alevi türklerinin de tarihten gelen ezilmişlikleri(sünni Osmanlı baskısı) bu iki halkı birbirleriyle içiçe yaşamaya mecbur kılmıştır, kader birlikleri güçlenmiştir. Ayrılamayacak şekilde birleştirmiştir bu birlikteliklerini. Her iki taraf da birbirlerinin dillerini öğrenmiştir, yani, alevi türkmenleri kürtçeyi, kürt aşiretleri de türkçeyi. Bugün kürt alevileri hala Pirsultan türkülerini türkçeyle söylemektedirler. Çeviri ayrı şeydir.

……………………

Pirsultanın bir tane kürtçe söylevlerini bugünün bizleri bilmiyoruz. Aksine bugüne kadar gelen tüm şiirleri en temiz anadolu türkçesidir. Pirsultanı dört yüz yıl yaşatanlar da anadolu alevileri, yani türkmenleridir, türkmen alevileridir.

O zaman Pirsultan nasıl bir kürt şairi olabilir? ªah İsmail de mi kürttü, yani diğer bir deyişle ªah Hatayi?

Konu aslında bu değil, herkes biliyor Pirsultanı. Amaç, Pirsultan direnişçiliğini bugünkü milliyetçi kürtçülükle birleştirmek de değildir, kendilerine çekemedikleri alevi türkleri bu şekilde bölmek, ve kullanmak. Bu komplo teorilerini üretenler de çoğunluk olarak alevi olmayan kürtlerdir kanımca.

…………..

Bugüne kadar yapılan, türk milliyetçileri ve kürt milliyetçileri savaşına anadolu alevileri kesinlikle onay vermemiş, ve de iki tarafın savaşını da onaylamamıştır, ve de büyük üzüntü duymuştur, ayrıca en çok ezilenler de anadolu alevileri olmuştur, iki arada bir derede kalmışlardır.

Anlaşılıyor ki, kürt tarafı bu kez bu şekilde yoğun bir propagandaya, yani, Pirsultan kürttür, propagandasına başlayarak alevileri ikileme sokma çabasına başlamışlardır. Eğitim seviyeleri henüz istenilen yere gelemeyen anadolu alevilerinin duygularını allak bullak etmeye çalışmaktadırlar.

Yaptıkları propagandadan biri de, ” devlet, devletçi Hacıbektaş şenliklerine katılarak, Hacı Bektaş Veli’nin devlet yanlısı olduğunu ispatlıyor”, deniyor.

Bunlar tarihi de unutturmaya çalışıyorlar. Babai başkaldırılarını da yok sayıyorlar. Bektaşiliğin Babailerin bir uzantısı olduğunu da unutturmaya çalışıyorlar galiba. Babai uzantılarının Anadoluya yüzyıllara damgasını vurduğunu da unutturuyorlar galiba.

Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri de bunlara koz vermek için ellerinden geleni arkasına koymamaktadırlar:

”Dersim adını yasaklamak neyi değiştirdi? Dersim türkülere konu olmaya devam ediyor.

”Maraş katliamı, Çorum katliamı, Sivas Madımak katliamı”, ve bunların suçlularının hiçbirinin tarih karşısında yargılanmadıkları gerçeği neyi değiştirdi, Alevi kıyımları neyi değiştirdi?

Bugün bile alevilerin kimliklerinin tanınmaması, inkarcı hükümet politikaları, bunlara daha çook koz vermeye devam edecektir.

Ama burada bir gerçek var bugün, ne kürtler, ne de türkler, asla birbirlerinden ayrılamayan, bir bütün elma olarak kalmaya devam edeceklerdir. Bu, tarihin bir gerçeğidir. Ne ben soyumdan birini vurabilirim, ne de soyumdan biri beni vurabilir. Tarih bizi anadoluda öyle bir kenetledi ki, ayırabilene aşkolsun.

Ne kürt milliyetçilerine, ne de türk milliyetçilerine…….

Asla!

Anadoluyum ben, renkli, rengarenk işlemeli, dağlarım, ovalarım, bayırlarım, hamsim, çil horozum, horonum, dik oyunum, çerkezim, efeyim, fellahım, türküm, kürdüm, ermeniyim, rumum,, sözün kısası hepsiyim, bir bütün elmayım, bir bütün çanak, bir bütün balpeteğim, aşığım, vurgunum, doluyum,

”…yarin ile hoş musun

.. hoş olam olmayan

…o yar benim, kime ne”

demiş ozanlarımız.

……………….

Pir Sultan Abdal, tüm haksızların direnişçisidir:

”Dünyanın üzerinde kurulu direk
Emek sayılmadan, sızlar bu yürek
Bu düzeni kim kurmuş bizler de bilek
Söyle canım söyle dinlesin canlar

Ocağa koymuşlar köşe taşını
Hak kollasın gerçeklerin işini
Bir gün ağrıdırlar senin başını
Söyle canım söyle dinlesin canlar ”

Pirsultan Abdal




BEKTAŞİ DEDELERİNİN MEZARLARI ÜSTÜNE PARTİ MERKEZİ YAPTILAR

CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’in önümüzdeki günlerde
Sütlüce’deki AKP İstanbul İl Başkanlığı’yla ilgili olarak açıklayacağı şok belgeye Star TV ekibi ulaştı.

Bu belgeye ve
Alevi derneklerinin iddiasına göre, İstanbul Sütlüce’deki AKP İl Binası Bektaşi babaları ile Alevi dedelerinin mezarları üzerine kurulu.

Bu yerde, yeniçerilerin 94. ortası ile
Bektaşi dedelerinin mezarları olduğunu belirten Alevi dernekleri çok tepkili.

Ayrıca sözü edilen belgede, temel kazısında bulunan iskeletlerin ve tarihi mezarların apar topar yok edilmesi de yer alıyor.

ÜSTÜ ÖRTÜLEN GERÇEK

AKP’nin İstanbul Sütlüce’de bulunan İl Binası’nın Alevi ve Bektaşiler’in İstanbul’daki önemli simgelerinden biri olan Karaağaç Tekkesi’ne ait tarihi kalıntıların üzerine yapıldığı iddia edildi.

İddiaya göre Mesut Toprak’ın sahibi olduğu Yapıtay İnşaat, tarihi kalıntılar, Yeniçeri mezarları ve iskeletlerinin bulunduğu tekke üzerine bina inşa etti. İnşaat 2007 Ocak’ında başladı. Bina yapılırken bir vatandaşın çektiği fotoğraf ve videolarda, insan iskeletleri ve lahitler yer alıyor. İddialara göre inşaatın başladığı dönemde altı Yeniçeri mezarı da dozerlerle kaldırıldı. Geçen Eylül ayında tamamlanan binayı
AKP İstanbul İl Başkanlığı 40 bin YTL’ye kiraladı. AKP İl Başkanı Aziz Babuşcu, Anıtlar Kurulu ve şirketin sahibi Mesut Toprak’ın anlaşarak daha önce arazide bulunan Alevi tekkesinin aynısını inşa ettiğini açıkladı.

AKP İstanbul İl Merkezi’nin sınırlarının bittiği yerde mezarların başlamasına dikkat çeken Alevi dernekleri, “büyük bir ihtimalle mezarların bir yerde böyle kesilemeyeceğini, şu an bina olarak kullanılan yerin altının da bir mezarlık olduğunu” belirtiyorlar.

Alevi Bektaşi Kültür Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Kazım Güvercinlioğlu, AKP il binasının temel kazılarında bulunan mezarların yok edildiğini öne sürdü.

Üstelik, mezarların bir kısmının da üzerinde kime ait olduğunu bildiren mezar taşları yok. Bunun da bina yapılışı sırasındaki kazı çalışmalarındaki tahriplerden oluştuğu sanılıyor.

İNŞAAT ÇALIŞMALARI SÜRERKEN HUKUK MÜCADELESİ BAŞLATILMIŞTI

Alevi dernekleri buranın Bektaşi dedelerine ait olduğunu belirterek inşaat çalışmalarına karşı hukuki mücadele başlatmıştı. Hatta mahkeme kararıyla kazı yapılıp Alevi dedelerinin kalan mezarları da kurtarılmaya çalışılmıştı. O dönemde 72 mezar kazılmış, buradan toplanan kemikler başka bir yere götürülüp muhafaza altına alınmıştı.

ALEVİLERCE ÇOK KUTSAL BİR MEKAN

Alevi dernekleri, buranın Bektaşilere ait bir dergah olduğunu, Alevilerce çok kutsal bir mekan olan Sara bölgesi olduğunu, bu yerde yeniçerilerin 94. ortası ile Bektaşi dedelerinin mezarlarının bulunduğunu belirtiyor.

ŞU AN DURUM NE?

Sütlüce’de şu an AKP İstanbul Merkezi’nin binası bulunuyor. Açılan davalar henüz sonuçlanmadı ancak Anıtlar Yüksek Kurulu’nun kararıyla binanın hemen yanında Bektaşi Dedelerinin kültürünü tanıtmak üzere bir bina yapıldı. Ancak buranın yönetimi de henüz ilgili derneklere verilmiş değil.

CHP'Lİ SOYSAL KONUYLA İLGİLİ BİR SORU ÖNERGESİ VERMİŞTİ

CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, İstanbul'daki Karaağaç
Bektaşi Dergahına ait alanın yapılaşmaya açılmasının nedeninin, 'AK Parti'nin alevi açılımının parçası' olup olmadığını sormuştu.

Soysal, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına sunduğu soru önergesinde, 'korunması gerekli kültür varlığı' olarak tescil edilen Karaağaç
Bektaşi Dergahı arsasının iki parsele ayrıldığını, birinde otel yapılacağını, diğer parselde yer alan ek binanın ise AK Parti İl Başkanlığınca kullanıldığını ileri sürmüştü.

Bunun nedeninin açıklanmasını isteyen Soysal, 'İstanbul Büyükşehir Belediyesinin şirketi olan KİPTAŞ tarafından 12 Ekim 2006 tarihinde yapılan başvuru ile aynı gün belediye meclisinin aldığı kararla burası yapılaşmaya açılmıştır. Bir kültür varlığı olan alanın yapılaşmaya açılmasının nedeni,
AKP'nin alevi açılımının bir parçası mıdır?' diye sormuştu. 

 
FARKIMIZ SIZ SINIZ CUNKU SIZLER LE DAHA GUZEL BU SITE google7116bcc22840615b.html kizilbel6262.tr.gg Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol